“Ramazân-ı şerîf ayı büyük bir aydır. Bu ayda nâfile olarak yapılan namaz, zikir, sadaka ve benzeri bütün nâfile ibâdetler(in sevâbı) Ramazân-ı şerîf ayının dışında edâ edilen farzların sevâbına denktir. Kim bu ayda bir farzı edâ ederse Ramazân-ı şerîf ayının dışında yetmiş farzı edâ etmiş gibi olur. Kim bu ayda bir oruçluya iftar ettirirse bu, onun günahlarının bağışlanmasına ve cehennemden âzâd olmasına vesîle olur. Oruç tutanın sevâbından hiçbir şey eksilmeden, aynı sevap kendisine de verilir. Kim bu ayda emri altında bulunanların işlerini hafifletirse Allâhü Teâlâ onu bağışlar ve cehennemden âzâd eder.
Resûlullah Efendimiz (s.a.v.), Ramazan ayı girdiğinde bütün esirleri serbest bırakır, her isteyenin istediğini verirdi. Kim bu ayda hayırlar ve sâlih ameller işlemeye muvaffak olursa, o kimse senenin tamamında hayırlı amel işlemeye muvaffak olur. Bu ayı dağınık bir vaziyette geçiren kimse, senenin tamamında dağınık olur. Bu ayı fırsat bilerek mümkün olduğunca mânen derlenip toparlanmak için gayret göstermek lazımdır.
Allâhü Teâlâ, bu ayın her bir gecesinde, azâbı hak etmiş binlerce kişiyi cehennemden âzâd eder. Bu ayda cennet kapıları açılır, cehennem kapıları kapanır, şeytanlar zincirlere vurulur, rahmet kapıları açılır.
İftarı acele (ilk vaktinde) yapmak ve sahuru geciktirmek (son vaktinde yapmak) Peygamberimizin sünnetlerindendir. Peygamberimiz (s.a.v.) bu hususa çok dikkat etmiştir. Zîrâ iftarı acele yapmak ve sahuru geciktirmek oruç tutanın kendi âcizliğini ve ihtiyacını itiraftır ki kulluk makamına münasip olan budur. İftarı hurma ile yapmak sünnettir. Peygamberimiz (s.a.v.), iftar vaktinde şu duâyı okurdu:
‘Zehebe’z-zameü vebtelleti’l-urûku ve sebete’l-ecru inşâallâhü teâlâ.’ (Manası: Susuzluk gitti, damarlar ıslandı ve (amellerimizin) sevâbı inşallah hâsıl oldu.)
Bu ayda teravih namazı kılmak ve Kur’ân-ı Kerîm hatmi yapmak, birçok fayda ve sevab kazandıracak olan sünnet-i müekkedelerdendir. Allâhü Teâlâ bizleri, Habîbi -aleyhi ve alâ âlihi’s-salâtü ve’s-selâm- hürmetine bunları yapmaya muvaffak kılsın.” Âmîn. (Mektûbât-ı İ. Rabbânî, c. 1, m. 45)