2019’un son çeyreğinde başladığım kitap tanıtım yazılarıma 2020 yılında daha düzenli olarak devam etmek için kitap satan bir internet sitesinin yeni çıkan öykü kitapları bölümünde en hızlı tedarik süresini vaat eden iki kitabı seçtim. Bu iki kitaptan biri Sus Yeri’ydi. Sus Yeri 2020 yılının ilk günlerinde dünyaya merhaba diyen öykü türünde bir kitap. Yazarı Abdullah Yıldırım, yayıncısı İz Yayıncılık, yayınlandığı yer ise İstanbul. Kitabın yazarı bir öğretmen. Yazar öykülerini Edebi Müdahele, Faryap, İtibar, Temmuz, Muhayyel, Berhevaöykü ve Post Öykü dergilerinde yayınlayarak bugünlere gelmiş.
Kitabın içindekiler kısmına baktığımda öyküler Başka Yerden, Günün Sonundan, Siyah ve Beyaza Dairdir başlıklarıyla üç bölüme ayrılmışlar. Üç bölümde toplam on sekiz öykü mevcut. Kitap 117 sayfa ve kitapta Sus Yeri adlı bir hikaye yok. Sus Yeri eserin genel adı.
Eserin ‘Başka Yerden’ bölümünün ilk hikâyesi ‘Halat’ kitabın kapağına da ilham kaynağı olan öykü. Halat eşini kaybetmiş baba ve dört çocuğunun yollara düşüp hayata tutunmaya çalıştıkları duygulu bir gerçekliğin içinden fantastik bir hikâyeye uzanan akıcı bir öykü. Öyküde son yerleştikleri kasabada açtıkları dükkanın mahzeninde rastladıkları halatı takip eden kahramanlarımızın Gökırmak ve Gökkuşağı kasabalarına uzanan hikâyelerinde yazarın ütopik (hayali) şehirler kurgulamasına şahit oluyoruz. İnsanların ideal davranışları-misafirperverlikleri-, kütüphaneler, kuş evleri, şifahaneler, mezarlıklar, çocuk oyun alanları ve çocukların mutlulukları tasvir edilirken sanki eski ama zirvedeki Türk-İslam kültüründen damıtılan ideal hayatın günümüze uyarlanmasını okuyoruz. Yolun sonu yani halatın götürdüğü yer ise okuru biraz şaşırtacak nitelikte. Halatı takip ederek gittikleri yolun sonu ulu bir çınar ağacının gölgesi. ‘Ceset’ adlı öyküde ise biri kadın iki katilin yok etmeye çalıştıkları cesetlerle birlikte yok olmasını konu ediniyor. Bir yetimhane hikâyesi olan ‘Hokus Pokus’ ta ise yazar yetimhanede yaşanan zorluklara, zorbalıklara mizahi bir dille değiniyor. Bir sineğin gözünden hayatı gören ‘Vızıltı’ ise verdiği mesajlarla okuyanı düşündürürken bir yandan da mizahi ahengiyle okuru gülümsetiyor. ‘Canavar’ ise küçürek (minimal) öykü türüne örnek olabilecek, düşündüren başarılı bir öykü.
Eserin ikinci bölümü olan ‘Günün Sonundan’ genç bir kızın gözünden anlatılan, Yumna karakterinin etkileyici hayat hikâyesini merkeze alan, acı bir tesadüfle son bulan ‘Ablamın Kocası’ öyküsüyle başlıyor. ‘Sıkıntı Büyük’ öyküsü ünlü öykü yazarlarımızdan Cemal Şakar’a ithaf edilmiş. Bu hikâyede hayattan ümidini kesmiş bir gencin cebinde gezdirdiği kitaptan ilham alarak kalkıştığı başarısız intihar girişimleri ve bunu izleyen olayları mizahi bir dille anlatıyor yazar. ‘Bekir Meselesi’ hikâyesinde Bekir karakterinin Halep’e uzanan hikâyesini tebessüm ederek okuyacaksınız. ‘Devin’ hikâyesi günümüz üniversite gençliğinin kısa bir eleştirisi gibi. Ünlü hikâye yazarlarımızdan Mustafa Kutlu’ya ithaf edilen ‘Fikret’i Bilirsiniz’ hikâyesinde günümüz Türk insanın içinde yaşayan Fikretleri süzeceksiniz. ‘Hadi Tut Ellerimden’ hikâyesinde biraz hüzünlenecek okur. Örgütten kaçmaya çalışan gençlerin hazin hikâyesini şahit olacaksınız. ‘Unutulan’ hikâyesinde sosyal medya bağımlısı bir anne ve sarhoş bir babanın arasında sıkışıp kalan ilgisiz kalmış bir çocuğun hikâyesi anlatılıyor. Bu öyküde annenin ilgisiz babanın alkol bağımlısı ve şiddet yanlısı tavırları, futbol fanatikliğinin sonuçları irdeleniyor. Eserin en etkilendiğim hikâyesi ise ‘Yalnızlık Teoremi’ adlı öykü. Bu öyküde kahramanın çocukluğuna gidip dedesi ile yaşadığı tebessüm ettiren maceralarını okurken birden doktor adayı gencin bir yanlış anlama sonucu duygularının aklına nasıl galebe çalıp hem kendi hayatını hem de sevdiği kızın hayatını mahvetmesine şahit olacaksınız. Gerçekten öyküyü tebessüm ederek okurken acının göbeğinde noktalanan, sürpriz bir son.
Eserin son bölümü ‘Siyah ve Beyaza Dair’de ise birbiriyle bağlantılı Uzunlu, Kısalı, Şişmanlı, Uzun Bilge ve Sıskalı başlıklı masalsı hikâyeleri beğenerek okuyacaksınız. Bazen acıklı çokça tebessüm ettiren mizahi öyküler.
Yazarın dili genel olarak sade ve akıcı olsa da eski Osmanlı dönemi Türkçesinde kullanılan kelimeler de sıkça kullanılmış. Örneğin tabasbus etmek, fehmetti, alay ı vala, meşayih ve neşet etmek gibi. Bu kelimeler yerli yerinde ambiyansa (anlatılmak istenenin havasına) uygun olarak kullanılmış. Ancak bu kelimelerin içinde 3 farklı öyküde karşıma çıkan ‘aya’ (avuç içi) kelimesine pek alışamadım. Yazarın hikâyelerinde kullandığı -özellikle mizahi anlarda kullandığı- benzetmeleri çok beğendim. Örnek verecek olursam; “ölü müren balığı gibi, sırım gibi, fireni patlamış kamyon gibi, baklava börek gibiyim, bu kız benim için dünya gibi olmuştu, taze gelim bohçası gibi, annesinden yeni ayrılmış penguen gibi” buna benzer benzetmelere yazar sıkça yer vermiş. Yazarın tasvirleri çok canlı. Eserde gerek insan tasvirleri gerekse yer betimlemeleri anlatılan öykülerin okuyanın gözünde rahatça canlanmasını sağlıyor. Dolayısıyla okurun karşısına canlı öyküler çıkıyor. Eser kelime dağarcığı bakımından sayfa hacmine göre oldukça zengin. Yazar öykülerin içinde yeni nesiller tarafından unutulmuş güzel deyim ve deyişlere de sıkça yer vermiş. Halat hikâyesinde geçen “Pehlivanın ehveni, rakibi yiğit istermiş.” Ve Ceset hikâyesinde geçen “Müslümanın derdi, gâvura türkü canına yandığımın yerinde!” cümleleri bu duruma örnek olarak verilebilir.
Kapak tasarımı etkileyici. Kitabın ilk öyküsü Halat’ın bir sahnesi resmedilmiş. Eser dikkatle yayıma hazırlanmış. Eseri basılırken kaliteli kâğıt kullanılmış, gözü yormayan bir yazı karakteri seçilmiş ve basım hatası da neredeyse hiç yapılmamış. Şekil olarak da güzel bir kitap.
Büyük zevk alarak ve söz dağarcığımı geliştirerek okuduğum bu eseri öykü okumayı seven herkese tavsiye ederim. Okuyanın sıkılmayacağı ve severek okuyacağı, bazen hüzünlenip çokça tebessüm ederek okuyacağı bizi bize anlatan sıcak öyküler.