Mustafa Ali ÖZTÜRK

Tarih: 13.05.2023 15:16

Konak Romanı Üzerine

Facebook Twitter Linked-in

Konak Romanı Üzerine

“Amerikan ölçüsüyle Türk elbisesi dikemezsiniz; Rus kalıbına göre yapacağın ayakkabı Türk'ün ayağını sıkar. Greko-Romen-Cermen dikişler, Hıristiyan-Musevî ipliklerinden oluştuğu için Müslüman Türk ruhunu cendereye alır.” Mustafa Necati Sepetçioğlu eserlerini okumaya başlamadan önce mutlaka şu sözünü tekrar hatırlarım ve eseri okurken bu cümlenin diğer eserlerde olduğu gibi okuduğum eserde de vücut bulduğuna şahit olurum. İşte bu yazımın konusu olan Konak romanını da bu cümlenin ışığında dikkatle okudum.

    Okuduğum 320 sayfadan oluşan Konak romanı İrfan Yayınları tarafından 1976 yılında 4. kez basılan serisinin bir parçası. Elden ele dolaşa dolaşa, kişisel kütüphanelerde dinlene dinlene en sonunda Ankara’da bir sahaf aracılığıyla 2004 yılında benim kütüphaneme dahil olmuş, yıllarca okunmak için sabırla sırasını beklemişti. Okumak için ilk elime aldığımda yılların verdiği yıpranmışlıkla dağılmaya hazır bir vaziyetteydi. Öncelikle titiz bir şekilde onu tamir edip dağılmasını önledim. Bu tamir macerasından sonra yine yıllarca okunma sırasını bekleyen bu muhteşem eser nihayet 2022 yılında emeline ulaşmıştı. Eseri okuduktan sonra tamir edip kızlarıma bırakacağım önemli eserler arasına kattığım için sevindiğim bu kitabı yıllarca okumadan rafta beklettiğim için kendime kızmadan da edemedim.

    Osmanlı Devleti'nin Kuruluş Devrinin anlatıldığı üçlemenin ilk kitabı olan eseri yorumlamadan önce kısa bir özetini sizlerle paylaşmak istiyorum. "Konak" tarihin en büyük ve en ihtişamlı imparatorluklarından birinin, Osmanlı Devleti'nin inşasının başlayışını dile getirir. Romanda Anadolu'da büyük Türk tarihinin en şevketli, en 'uzun ömürlü devletini kuran, bir iki yüzyıl içinde bu topraklara Türklüğün ebedi damgasını vuracak olan Kayı'ların ve akıncı ruhlu Osman Gazi'nin destansı mücadelesi hikâye edilir. Romanın giriş bölümü, Kumral Dede'nin Yesi şehrindeki tekkesinden ayrılmasıyla başlar. Kumral Dede, tekkedeki Pir'inin icazet vermesiyle yola çıkar. Menzilinde Konya vardır. Yolda, romanın baş kişilerinden biri olan Rahman'a rastlar. Rahman da babasını bulmak için yollara düşmüştür. Kader birliği yapan iki arkadaş Konya'ya giderler. Kumral Dede, Konya yakınlarında bulunan bir harabe üzerine konak inşa eder. Bu konakta yaralılara, hastalara, yardıma muhtaç kişilerin dertlerine derman olmaya çalışır. Yaralı olarak konağa getirilen Osman Bey'le de burada tanışır.

    Romanın ikinci bölümü, Ahi şeyhi Edebali'nin tekkesinde yapılan toplantıyla başlar. Toplantıda şeyh Edebali, Yunus Emre, Taptuk Emre, Sarı Saltuk, Tokatlı Barak Baba, Geyikli Dede, Kaygusuz Abdal, Abdal Musa ve Karaca Ahmet gibi Anadolu'nun manevi önderleri hazır bulunur. Anadolu'nun içinde bulunduğu durum görüşülür. Anadolu'nun, yaşadığı parçalanmışlıktan ancak Ertuğrul Gazi ve onun soyundan gelen kişilerce kurtulabileceğine karar verilir.

    Romanın üçüncü bölümünde, Türk olan ve göçebe olarak yaşayan Çavuldur aşiretinin başından geçenler anlatılır. Aşiret Beyinin, Acem olan bir kızla evlenmesi ve bu kızdan bir çocuğunun olmasından sonra aşiret içinde huzursuzluklar baş göstermiştir. Zira aşiret Beyinin etkinliği kırılmıştır. Aşirete, Beyin karısı ve onun adamları hâkim olmuştur.  Üçüncü bölümün sonunda ise Rahman, babası Salur Usta'yı saklandığı mağarada bulur. Baba oğul tam kavuşacakken Salur Usta, Çavuldur aşiretinden olan Dalaman'ın attığı bıçakla öldürülür.

    Romanın dördüncü ve son bölümü ise Bizanslı tekfurların Osman Bey'e kurdukları tuzakla başlar. Osman Bey kendisine kurulan tuzağı haber alır ve düşmanlarını etkisiz hale getirir fakat mücadele sırasında yeğeni Bay Hoca da öldürülmüştür. Osman Bey bir süre sonra babası Ertuğrul Gazi'nin de ölüm haberini alır. Yaşanan ölümler Osman Bey'i derinden üzer fakat Orhan Bey'in doğum haberi onun yüzünü bir nebze de olsa güldürmüştür. Roman, Kayı aşiretine sürekli ihanet eden Ertuğrul Gazi'nin kardeşi Dündar Bey'in, Osman Bey tarafından öldürülmesiyle sona erer.

Mustafa Necati Sepetçioğlu diğer tarihi romanlarında olduğu gibi Konak romanında da ilgi çekici bir akıcılık yakalamıştır. Romalarındaki akıcılık ve gerçeklik bu romanda da belirgindir. Okuru peşinden sürükleyen sade bir dille yazılmış bir roman Konak. Romanda dikkatimi hemen çeken bir durumda günümüzde hala Anadolu ağızlarında kullanılmakta olup da İstanbul Türkçesinde kullanılmayan “ipildemek, sayha, söngüt, çıfıt çarşısı, gibi öz Türkçe kelime ve deyimlerin eserde bolca kendilerine yer bulmalarıdır. Bu bakımdan romanın okurunun kelime dağarcığına hatırı sayılır bir katkı sağlayacağını düşünüyorum.

Eserdeki betimlemeler oldukça başarılı ve okurun gözünde net fotoğraf kareleri sunuyor. Bu başarılı betimlemelerin ötesinde yazar öyküleme tekniğinde o kadar başarılı ki anlatılan olayların bir film şeridi gibi okurun gözünde somut bir şekilde canlanmasına vesile oluyor. Bu da romanın okunma kolaylığına büyük katkı sağlıyor. Romanı okuyanla kişiye sıkılma payı asla bırakmıyor. Buna binaen eserin sade ve akıcı bir dille yazıldığını rahatlıkla söyleyebilirim. 1976 basımı bir eser olmasına rağmen baskı ya da yazım hatasının neredeyse yok denecek kadar az olması da benim esere verdiğim değeri kat be kat artırdı. Yazar da yayıncı da eserin basımı konusunda titiz çalışmışlar.

     Romanda akılda kalan insanı düşündüren ve heyecanlandıran altını çizmeye, not almaya, insanlarla paylaşmaya değer o kadar çok paragraf ya da cümle var ki bunu tecrübe etmeleri için herkesi bu eseri okumaya davet ediyorum. Yazımı okuyanlar için bir paragraf ve bir cümleyi paylaşmak istiyorum: "Kalkmağa niyetlenen Debbağ'ın kolundan hafifçe tuttu." Ezanları dinleyelim gardaş. "diye fısıldadı:" Gecenin suda çalkalanışını, yunuşunu, kirini pasını atışını gör. Günah demiştin; günahın geceden kopuşunu gör, sen şimdi." Müslüman bir ülkede günde beş vakit onlarca camiden Ezân-ı Muhammedî okunur. Ama bu ezanları çoğumuz duymayız bile. Bundan dolayı da kıymeti yoktur çoğu insanın gözünde. Çünkü kalıpların dışına çıkılmadan salt ezanın namaza çağırma görevi anlatılır insanlarımıza. Onun nasıl dinlenilmesi gerektiği, ne gibi manalar yüklenmesi gerektiği konusunda çoğumuzun bir fikri dahi yoktur. Okunan ezanları günümüzde böyle bir mana yüküyle içimize çeke çeke dinlesek dünya çok daha başka olurdu. "Bilmek Tanrı'ya hastır Pirim, biz bu hastalıktan istifade ettik." cümlesini özümseyen bir toplumun içinde kibir asla barınamazdı. Bilgiden yararlanan bir toplumda şu an yaşadığımız toplumsal sıkıntıların çoğu da yaşanmazdı.

    Hem usta bir edebiyatçı hem de sağlam bir tarih bilgisine sahip olduğunu düşündüğüm; eserlerinde Türk kültürünü, Yesevilik felsefesini yücelten, tarihe kitaplarıyla ışık tutan, yeni nesillere okumayı ve öğrenmeyi sevdiren, günümüzün Dede Korkut'u, abide şahsiyetlerden Mustafa Necati Sepetçioğlu'nu bu vesile ile rahmet ve minnetle anıyorum. Eserlerini Türk milletinin özellikle de gençlerin mutlaka okuması gerektiğini düşünüyorum. Merhum yazarımızın Ruhu Şad mekânı cennet olsun.

Okuduğum kitabın künyesi: Mustafa Necati Sepetçioğlu, Konak, İrfan Yayınları, İstanbul 1976.


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —