Baki BAĞIRANGİL


Haccın farziyyeti

Haccın farziyyeti


İslâm dininin rükünlerinden biri de hac farizasıdır. Malı ve sağ­lığı yerinde bulunan akıllı ve mükellef her zengin Müslümana öm­ründe bir kere hacca gitmek farzdır.


Hac; ihrama girerek muayyen günlerde Beytullah´ı ziyaret, Ara­fat´ta vakfe yapmak ve bunlara tâbi bulunan vazifeleri ifa etmektir.

Bu vazifenin farz olmasında, servet ve sıhhat aranmaktadır. Hac vazifesi, bir yönü ile bedenî diğer cephesiyle mâlî bir ibadettir. Ser­vet bulunur sıhhat bulunmazsa; ömrünün sonuna kadar iyileşme ümidi bulunmayan bir hastalığa tutulmuş ise o zaman kendine vekâ­leten bir kimseyi hacca gönderir.

Allahü Teâlâ, haccın farz olmasını, mâlî kudrete bağlamıştır. Hac ayları girdiği zaman, kendiriin ve dönesiye kadar aile fertlerinin nafakasıından fazla olarak azığa ve nakil vasıtasına verecek kadar parası bulunana hac farz olur. Bu kimse fakir düşecek olsa artık hac, üzerinde borç olarak kalır.
Kendisine hac farz olmamış bir kimsenin, hacca gideceğim diye, mülkünü satıp sonunda fakir düşmesi doğru bir hareket değildir. İti­bar, ancak elde mevcut olan parayadır.

Gayrimüslime, deliye, çocuğa, köleye ve fakire hac farz de­ğildir.

Cenab-ı Hak, okumuş olduğumuz âyet-i kerimede buyuruyor ki:

«...Beyti hac (ve ziyaret) etmesi Allah´ın insanlar üzerinde bir hakkıdır. Kim küfrederse şüphesiz ki AUâlk âlemlerden ganî (müs­tağni) dir» (2).

îrısan mevkice yüksek bir şahıstan davet alsa sevincinden ye­rinde duramaz, hemen onun yanına varmak ister; büyüklerin huzu-" runda bulunmaktan ve onlar tarafından adının anılmasından büyük bir saadet duyar. Hac için vâki olan davet ise âlemlerin Halikı, Rab-bi ve Kâinatın Mabudu bulunan Allah tarafından gelmektedir.

İman cevherine ve dünya servetine sahip bulunup da âlemlerin kıblegâhı bulunan Mekke-i Mükerreme´ye çağrılan kimse hemen koş­malıdır.

Resûlullah Efendimizin mübarek topuklarını öpen toprakları görmek, Peygamberzâde Peygamber Hazret-i İsmail´in susuzluğunu gidermek için ilâhi bir mucize olarak fışkıran Zemzem´i içmek, mü´-min selinin arasına karışıp Kabe´yi tavaf etmek bir Müslüman için ne yüce bir ibadettir.
Ey Kabe, matâf-ı enbiyasın, :

Ey Kabe medâr-ı evliyasın.
Aşkla yanan ve feyizle yıkanan hacı namzedi hakkında bir ha-dîs-i şerifte şöyle buyurulmaktadır:
«Suyun kiri yıkadığı gibi, hac da günahları yıkar» (3).

Allahü Teâlâ, dünya nimetlerini nasıl bir vasıtaya bağlamışsa âhiret saadetlerini de bir hayra ve iyiliğe dayamıştır. İyiliklerin ya-
pılması, insanı bu saadetlere eriştirecektir. Gennetler ve onlardaki ni­metler, behâ ile değil behâne ile kazanılır. Resûlullah Efendimiz bu­yuruyorlar ki:

«(İçine günah karışmamış ve) kabul olunmuş bir haccm karşılı­ğı ancak cennettir» (4).

Cenab-ı Hak, Beyt-i Şerifini ziyaret için halkın arasından bazı kullarını seçer ve onların kalblerine bir ilâhî davet vâki olur. Bu da­veti alanlar, kimi tayyare ile uçarak, kimi vasıtasiyle koşarak, kimi devesine binmiş ve kimisi de yaya olarak yollara koyulur. Halk ara­sından seçilmiş bulunan bu kimseler hakkında Cenab-ı Hak buyuru­yor ki:

«insanlar içinde haccı ilân et. Gerek yaya, gerek her uzak yol­dan gelecek ank develerin üstünde (süvari) olarak sana gelsinler. Tâ ki kendilerine âid menfaatlara şâhid ve (hazır) olsunlar.

Allah´ın rızk olarak kendilerine verdiği dört ayaklı davarlar (kurbanlıklar) üzerine malum olan günlerde Allah´ın adım ansınlar, işte bunlardan yeyin, yoksulu, fakiri de doyurun» (5).

işte, hac yolculuğuna çıkmış aşk kervanlar; bu çağrıyı duymuş, gönlü Allah´a kulluk gayretiyle tutuşmuş islâm âşıklarıdır. Bir hadîs-i şerifte şöyle buyrulmaktadır:

«Hacceden kimseler, Allah´ın (kullan arasından seçtiği) hey´et-leridir. Allah onları davet etti, onlar da (emr-i îlâhî´ye) icabet ettiler. Onlar Allah´tan isteyince Allah da isteklerini verir» (6).
Hazret-i Âişe validemiz bir gün Resûlullah Efendimiz´e şöyle de­mişti:

«Biz, cihadı faziletçe işlerin en üstünü görmekteyiz. Biz harb (e iştirak) edemez miyiz?». Bu suale cevap olarak Peygamber Efendi­miz şöyle buyurdu:
«(Kadınlar için) cihadın faziletlisi, makbul olan bir hacdır» (7).

Cihada iştirak edemeyen yaşlılar, bünyesi zayıf kimseler ve ka­dınlar, yaptıkları hac farizasıyla, cihad sevabına denk bir ecre ula­şırlar. Zira onlar, aşk kılıçlan ile nefs-i emmare düşmanını; sahavet silahı ile cimrilik hasmını kırmışlardır. Tavafta zafere, Safâ´da saa­dete ve Merve´de mürüvvete ermiş olurlar.

Allahü Teâlâ Hazret-i Adem´i cennetten yeryüzüne indirirken «Ben, seninle birlikte, Arşımın etrafında olduğu gibi, etrafında tavaf edilecek! Arşımın yanında namaz kılındığı gibi yanında namaz kılı­nacak bir Beyt-i Şerifi de indiriyorum» buyurdu. Hazret-i Nuh zama­nındaki tufanda bu Kabe semâ´ya kaldırıldı. Peygamberler haccedi­yorlar ve fakat Kabe´nin yerini bilemiyorlardı.

ibrahim aleyhisselâm onun yerini tâyin edip Hira, Sebir, Lüb­nan, Tür ve Hayr dağlarından taşlarını getirdi. (Oğlu ismail´le birlik­te) Kabe´nin binasını kurdu (8).

Hangi mü´rnin, hac yapmak için yola çıkarsa, attığı adımların her birine bir sevap verilir ve derecesi yükseltilir. Arafat´ta vakfe yaparsa Azîz ve Celil olan Allah, meleklere hitaben,

«Ey meleklerim!
Kullarımı (buralara kadar), getiren nedir?» buyurur. Melekler de:

«Rızanı ve cenneti istiyorlar» cevabını verirler. Allahü Teâlâ buyurur ki:

«Ben zatımı ve bütün yarattıklarımı şahit tutuyorum ki, onları yarlığadım. Ne kadar çok olursa olsun; dehrin günleri, çölün kumlan kadar çok olsa bile, onların günahlarım bağışladım» buyurur.
Şeytan taşlama adı verilen cemreleri attığı vakit,

Allahü Teâlâ:
«işlemekte bulunduklarına karşılık gözlerini aydın kılacak şeylerden (kendileri için) nelerin (yaratılıp) gizlendiğini (zâtımdan gayri) hiçbir kimse bilemez. Başını tıraş ettirdiği zaman yere düşen saçlar sayısınca, kıyamet günü nur verilir.

Veda tavafını yaparak ayrıldığı zaman, anadan doğduğu gündeki gibi, günahsız olarak, (memleketi­ne) döner (9).

Bu ne devlet, ne saadet bu ne câh, Ki olasın tâif-i dergâh-ı ilâh...

Aziz mü´minler!

Bu yolculuk için, maddî zenginlikten daha fazla manevî zengin­lik lâzımdır. O da aşk ve ihlâstır.
Oranın kudsiyetiyle bağdaşmayan gürültülü, kavga ve yakışıksız hareketlerden son derece sakınmalıdır.