Senem TURGUT


AŞK NEDİR SİZCE? (I)

AŞK NEDİR SİZCE? (I)


                                                            AŞK NEDİR SİZCE? (I)

               Eylül ortasında hava hala çok sıcaktı ve yaz hiç gitmeyecekmiş gibi duruyordu. Kışlık hazırlıklarımız bitmiş, yaz temizliğimizi yapmış, kışa hazırdık artık.

              Musa Ağabeyime çok samimi olduğu Didim´deki asker arkadaşından düğün davetiyesi geldi. Musa ağabeyim askerden geleli iki sene olmuştu.

Yaklaşık yurdun dört bir tarafından asker arkadaşı vardı ama bazıları tabi daha samimi arkadaşlıklara dönüşmüştü. Didim´deki Süleyman ağabeyde, ağabeyim için kardeşten öte bir arkadaştı.

                Musa ağabeyim Didim´e gitmek için hazırlık yaparken, Babam dedi ki: ´´Anneni de al yanına, yalnız gitme!´´  Ben ne olacaktım?  Evde mi kalacaktım?  Annem, canım benim. ´´Ne olur beni de alın´´ dedim bakışlarımla...  Annelik hissi kuvvetli tabii, benim bakışlarımdaki mesajı algıladı hemen.

              Annem, ağabeyim ve ben otobüsle yola çıktık. İçim içime sığmıyordu. Daha önce sadece İzmir´e kadar gitmiş olan ben, ilk defa Manisa ve İzmir dışında bir yere gidiyordum. Hatta Didim´e gideceğimiz için, yeni bir etek ve bluz aldık annemle. Tabi bir de uygun ayakkabı... Liseye kadar hiç kol çantası kullanmayan ben, şimdi omzumda çanta taşıyordum. (Annemin deyimiyle ) Çünkü artık ben bir genç kızdım.

             Didim´e vardığımızda, ağabeyimin asker arkadaşının amcaoğlu karşıladı bizi garajda. Sırım gibi bir delikanlı. Sarışın, masmavi gözleri vardı.  O gözlere bir bakışta esir olunurdu ama ayıptı, kızlar erkeklere öyle dik dik bakamazdı. Saygılı bir şekilde annemin elini öptü, ağabeyimle el sıkışırken isminin Eşref olduğunu söyledi ve tabi bana da bir baş işaretiyle hoş geldiniz selamı verdi.

               Eşref ve ağabeyim arabanın ön koltuğunda, annemle ben arka koltukta düğün evine doğru yola çıktık. Masmavi denizin yanından geçerken camdan dışarıyı izliyordum. Didim çok güzel bir yerdi muhtemelen ama biz Didim´in etrafından dolaşıp Yalı köy tarafına gidiyorduk.  Deniz ne kadar durgundu, adeta büyük bir yatağa serili çarşaf gibiydi. Yol boyunca Eşref ve ağabeyim havadan sudan konuştular. Ara sıra annem de sohbetlerine dâhil oldu ama ben hiç konuşmadım. Babamın ve ağabeylerimin mengenesinde büyüyen ben, büyüklerin sohbetine karışmamayı uzun yıllar önce öğrenmiştim. Şimdi on sekiz yaşında bir genç kız olabilirdim ama yine de sessiz olmam gerektiğini üzerimden atamıyordum.

            Denizi seyretmek, sohbete girmekten daha cazip gelmişti bana. Annemin ´´Daha çok yolumuz var mı?´´ sorusu üzerine bir ara ön camdan yola baktım. Sonra gözlerim birden dikiz aynasına odaklandı. Oradan bana bakan mavi gözler denizden daha güzeldi.

Aman Allah´ım?

O da bana bakıyordu...

Utandım, kızardım?

Eşref hem araba kullanıyor, hem ağabeyimle muhabbet ediyor, hem de dikiz aynasından beni gözetliyordu. Ya da bana öyle geliyordu.

             Lisede de bir sürü erkek arkadaşlarım vardı. Erkeklere yabancı değildim ama sadece arkadaş olarak baktım onlara. Hiçbir zaman böyle beni alt üst eden duygularla, hiçbir erkeğe bakmadım. Zaten bakamazdım çünkü yaşadığım çevre ve ailemin mengenesi bunu kaldıramazdı. Çok yakışıklı arkadaşlarım da vardı, hatta birkaç erkekten sevgili olma teklifi için mektuplarda almıştım ama? Hem anneme verdiğim ´´okuyacağım´´  sözümden dolayı, hem de yaşadığım çevrenin ayıplamasından korktuğum için hiç sevgili edinmedim. Hele böyle deniz mavisi gözlere hiç rastlamadım. Ne oluyordu bana böyle?...

               Düğün evi, hemen denizin kıyısında, bahçeli küçük bir köy eviydi. Bizi kapıda ağabeyimin arkadaşı Süleyman Ağabey karşıladı. Arkasından annesi Emine teyze ve kız kardeşleri Selma ve Sedef geldi. Sanki her gün bir yerdeymişiz gibi kaynaşıverdik aileyle. Selma benden iki yaş büyük, Sedef ise liseye yeni başlamış ve benden küçüktü. Ama beni öyle sarmaladılar ki, ben lisede bile böyle hızlı kaynaşıp arkadaşlık kuramadım.

             Selma; ince yapısıyla, uzun boyuyla kumraldan sarışına dönen ten rengi ve yeşil gözleriyle oldukça çekici bir kızdı. Kendine güveni tam, kişiliği oturmuş ve kendine has hareketleriyle oldukça dikkat çekiciydi.   Sedef ise ergen kızlar gibi yerinde duramayan, çok konuşan, gülünce gözlerinde ışıklar saçan buğday tenli, açık kahve gözleriyle kelebekler uçuran bir kızdı. 

               ´´Bu gece kına gecesi yengemlerin bahçede olacak,´´ dedi Selma ´´Saçlarımızı yapabilmemiz için, arkadaşım malzeme getirecek birazdan. Ama burası kalabalık diye amcamlara gideceğiz. Sende bizimle gelir misin?´´ diye sordu.

                ´´Bilmem!´´ dedim. ´´Annem izin vermez. Siz gidin ve saçınızı şekillendirin, ben burada sizi beklerim.´´

                 Sedef hemen annemin yanında bitiverdi. Beni de götürmek için yalvardı adeta. Annem ağabeyime baktı. Ağabeyim ´´Tamam gitsin,´´ deyince, annem de izin vermiş oldu.

                 Selma, Sedef, ben ve Selma´nın arkadaşı Ayşe ile birlikte arka sokaktaki amcalarının evine gittik. Bu ev, bahçeli ve iki katlıydı. Birinci katta, Sedef´in amcaları oturuyormuş. İkinci katı ise oğulları için yapmışlar. Sedef maşallah hiç durmadan bana tanıtım yapıyordu. Kim kimle akraba, kim kimle sevgili ve kimler kavgalı, kimler sıkı dost herkesi anlatıyordu. Sanki ben yıllarca orada kalacakmışım gibi her şeyi açıklıyordu.  Ne var ne yoksa anlatıyordu. Amcaoğlunun iki ay önce askerden geldiğini, bir hafta sonra da belediyede işe başlayacağını söylüyordu. Ve bir de kız arkadaşı olmadığı için, annesi oğlu için kız bakmaya başlamış.

Malum ev hazır,

Eh işte hazır sayılır?

Askerlikte tamam?

Sıra evlendirmeye gelmiş demek ki!...

              Amcalarının evine gelince, birinci katın zilini çaldı Selma. Kapıyı uzun boylu, sarışın bir kız açtı. ´´Buyurun ´´dedi gülerek. İçeri girince, Sedef beni Şermin´le tanıştırdı. Şermin de çok tatlı bir kızdı ve bana çok sıcak davrandı. Sanki yıllardır görüştüğüm arkadaşlarımla beraberdim ve bu durum beni çok rahatlattı. Onlarla beraber gülüp, muhabbete katılmaya başladım. Şermin Selma´ya dönerek, ´´İçeride misafirler var, gelin biz ikinci kata çıkalım. Saçlarımızı orada yaparız,´´ dedi.

                  Hep birlikte ikinci kata çıktık. Ev boştu, sadece odalardan birinde, iki sandıklı divan, bir somya, bir çalışma masası ve üç tane sandalye vardı. Duvarda bir saat ve bir de çerçevelenmiş bir fotoğraf vardı. Fotoğrafa yaklaşınca deniz mavisi gözleri gördüm. Sedef yanıma gelerek, bu odanın Eşref Ağabeysinin odası olduğunu söyledi.

                  Divanlardan birine oturdum. Her zaman sakin ve utangaç olan ben, göğsüm yerinden fırlayacakmış gibi hissediyordum. Kızlar birbirlerinin saçlarına fön çekmeye başladıklarında,  Sedef beni camın yanına çekti. Allah´ım Ne güzel bir manzaraydı. Deniz ayaklarının altında gibiydi, alabildiğine genişti. En sağda birkaç tane, ufak balıkçı tekneleri sıralanmıştı. Havanın sıcaklığını fırsat bilen gençler sahilde ve suyun içinde cıvıl cıvıltılar. Belki de eylül ayının verdiği coşkuyla yazın son mutlu anlarını yaşıyorlardı.

                  Ben hiçbir şey görmemiştim bu güne kadar. Yaşamın başka bir boyutundaydım adeta. Deniz beni büyülemişti. Daha önce de, İzmir´de de deniz kenarında bulunmuştum. Hatta annem ve babamla oturup Alsancak´ta çay içmiştik. Ama bu deniz çok farklıydı. Hemen kendini suya atmak istiyordu insan.

Bir dakika!...

Ben hiç yüzme bilmiyordum ki...

Bırak yüzmeyi, ben hayatımda hiç mayo giymedim, hatta şort bile giymedim. Çünkü üç erkek kardeşin arkasından doğmak ve baskı altında büyüyerek yasaklara alışmak bu olsa gerekti.  Denizi sadece karşıdan gördüm.

Tamam?  

Devamı Yarın.