9367,77%3,72
34,58% 0,33
36,23% 0,01
2987,83% 0,88
4956,37% 0,00
Her nefis ölümü tadıcıdır. Biz sizi, şerle de, hayırla da deneyerek imtihan ediyoruz ve siz Bize döndürüleceksiniz.
Enbiya Sûresi/35.Ayet
Ölüm, mânanın maddeye galebesi, dünya gurbetinden, aslî vatana geçiş, fâni olan beşerin, fâni olan hayat yolculuğundan, fena bulmasıdır. Ölüm, hayat külfetinden âzâde olmak, âlemi ahirete gitmek için bir terhis tezkeresidir.
Ölüm, mecâzi mahbûbdan, hakiki mahbûba kavuşmak, fenâ, geçici hayattan, beka, ebedi hayata geçiş, bir tebdili mekân, zindandan cennet bahçelerine uçmaktır.
Ölüm yeni bir yaratılış mucizesidir. "Hanginiz daha güzel işler yapacaksınız diye sizi imtihan etmek için ölümü de, hayatı da yaratan O?dur" [67-2] âyet-i kerimesi bu mânâyı ifâde eder. Zâhiren bir inhilâl, çürüme ve dağılma olarak görünen ölüm, aslında ağırlaşmış olan hayat vazifesinden ve hayatın yüklerinden âzâd olup, ahbabına kavuşmak için, alemi berzahta bir kavuşma kapısı olduğundan büyük bir nimettir.
Ölüm sevgililerin, dostların yanına gitmeye sebeb olan, dışı ürpertici olmakla beraber hakikat yüzü gayet parlak ve nurani olan ve âyette de işaret edildiği üzere: "Her nefsin tadacağı" bir gerçektir.
Ölüm; mümin için bir son değil ebediyet, geriye dönüşü olmayan bir geçiş kapısı, kişiyi asıl sahibine yani gerçek sevgiliye kavuşturan bir vuslat köprüsü, büyük bir mutluluk ve neşenin başlangıcıdır. Ölüm hele Allah için olursa koşulası bir olgu, özlenesi bir durumdur.
Lezzetleri yıkan, şehvetleri kesen ve insanları ayıran ölüm; kaçınılması mümkün olmayan bir gerçek, insanın dünyadaki imtihanının bir parçası, bir varoluş ve diriliş çağrısıdır. Nitekim Allah, Kur?an?da hayatı ve ölümü insanı imtihan etmek için yarattığını şöyle bildirmiştir: "Senden önce hiçbir beşere ölümsüzlük vermedik. Şimdi sen ölürsen onlar bâkî mi kalacaklar? Her nefis ölümü tadıcıdır. Sizi denemek için hayırla da, şerle de imtihan ederiz. Sonunda ise Bize döndürüleceksiniz." [21/34- 35]
İnsanoğlu, ölmek için var olur, dirilmek için ölür ve ebediyeti duyup yaşamak için de dirilir. İnsan ölüm gerçeğini kendi kendine telkin ederek hem ölümle dostluk kurmuş, hem de onun korkutuculuğundan azade kalmış olur.
"Her nefis ölümü tadacaktır" gerçeğine binaen ölümün bir varoluş ve diriliş çağrısı olduğuna inanan ve cenneti öz yurdu bilip, ölümü bir cennet tebessümü olarak karşılayan mü?minlerin ölüme bakış ve yaklaşımı, aydınlık ve berraktır.
Hak ve gerçek olan ölüm, Mü?minler için dünya hapishanesinden kurtulmaktır. Sıkıntı ve meşakkatten azat olup sonsuzluğa geçiştir. Ölüm; gölge, hayal hayattan kurtulup gerçekle, bütün çıplaklığı ile yüz yüze kalma keyfiyetidir. Ölüm bir son değil; yeni bir hayat için diriliştir!.. Ölüm "Allah?dan gelen bir varlığın yine O?na dönmesi" olarak telâkki edilişidir.
O günün korkusundan bedenlerin titrediği, gözlerin yaşla dolup, kalplerin hesap korkusuyla parçalandığı, dilin ağırlaştığı ve ellerin gevşediği, gözlerin tavana dikildiği zaman, komşularını ve aileni senin için ağlatacak olan ölümü sıkça hatırlamak sünnettir.
Peygamber Efendimiz (asm): "Lezzetleri kaçıran ölümü çok hatırlayın" buyurmuştur. Ölümü hatırlayan insan tövbe eder, Allah?a sığınır, Allah korkusuyla kötülükleri terk eder ve iyiliklerini artırır. Ölüm herkese yakındır. Herkesin her an ölme ihtimali vardır. Fakat hiç kimse ne zaman öleceğini bilmez. Dolayısıyla yaşlı-genç demeden insan her an ölümü beklemeli, dünyada dünya için değil; ölüm ötesi için çalışmalıdır.
Ölümü düşünmemek, gerçekten kaçmaktır. Ölüm er-geç insanı yakalayacağına göre, ölümü düşünerek hareket etmek ise akılcı davranmaktır. Müminler bu akılcılıkla yaşarlar. Ölüm gelene kadar salih davranışlarda bulunurlar. Çünkü Allah Kur?an?da bunu şöyle emretmiştir: "Ve yakîn (ölüm) sana gelinceye kadar Rabbine ibadet et." [15- 99]
Ölümü düşünmek insanı güçlü ve iradeli kılar. Nefsinin, dünyanın aldatıcı zevklerine kanarak kendisini yanlış davranışlara sürüklemesini engeller. İnsana, dünyadaki geçici ve salih olmayan tavırlara kapılmayacak iradeyi sağlar. Bu nedenle bir müminin sık sık ölümü düşünmesi, kendi dahil tüm insanların yakında bir gün öleceğini tefekkür etmesi ve dünyaya bu bilinçle bakması gerekir.
Ölüm bir taraftan insanın hesap vermesi ve sorumlu tutulması hakikatine kapı aralarken, diğer taraftan da fani olan insanın ebedileşmesinin de ilk basamağını teşkil etmektedir. Bu açıdan ölümü, tıpkı hayat gibi, ahiret yurdunda ebedi mutluluğa ulaştıran bir vasıta ve nimet olarak algılamak da mümkündür.
Ölüm, bir yok olma, bir inkıraz, bir çözülüp dağılma, bir hiçlik, bir tükeniş olmadığı gibi, karanlığın sınırından başka bir şey değildir. Ölüm, yaratılırken belli bir plân, program, hikmet ve maslahata göre yaratılan insanın, yine bir plân ve programa bağlı olarak bir boyuttan başka bir boyuta intikali, bir hâl değişikliği geçirmesi, amellerinin ürünlerine göre farklı bir sürece girmesi ve neticede vatan-ı aslîsine dönerek, inanç ve davranışlarının belirleyiciliği ile tabiî, müstakim ruhların iç içe vuslatlar koridoruna girip, Yaratan?la yüz yüze gelip görüşmeye yürümesi ve rıdvan yudumlaması demektir.
BU AKŞAM HİNDİSTAN`DA
Hz. Süleyman`ın sarayına kuşluk vakti saf bir adam telaşla girer. Nöbetçilere, hayati bir mesele için Hz. Süleyman`la görüşeceğini söyler ve hemen huzura alınır. Hz. Süleyman (a.s) benzi sararmış, korkudan titreyen adama sorar:
- Hayrola ne var? Neden böyle korku içindesin? Derdin nedir? Söyle bana...
Adam telaş içinde:
- Bu sabah karşıma Azrail (a.s) çıktı. Bana hışımla baktı ve hemen uzaklaştı. Anladım ki, benim canımı almaya kararlı..
- Peki ne yapmamı istiyorsun?"
Adam yalvarır:
- Ey canlar koruyucusu, mazlumlar sığınağı Süleyman! Sen her şeye muktedirsin. Kurt, kuş, dağ, taş senin emrinde. Rüzgarına emret de beni buradan ta Hindistan`a iletsin. O zaman Azrail (a.s) belki beni bulamaz. Böylece canımı kurtarmış olurum. Medet senden!
Hz. Süleyman, adamın haline acır. Rüzgarı çağırır ve:
- Bu adamı hemen al. Hindistan`a bırak!" emrini verir. Rüzgar bu... Bir eser, bir kükrer. Adamı alır ve bir anda Hindistan`da uzak bir adaya götürür.
Öğleye doğru Hz. Süleyman, divanı toplayarak gelenlerle görüşmeye başlar. Bir de ne görsün, Azrail (a.s.) da topluluğun içine karışmış, divanda oturmaktadır. Hemen yanına çağırır:
- Ey Azrail! Bugün kuşluk vakti o adama neden hışımla baktın? Neden o zavallıyı korkuttun?" der.
Azrail (a.s) cevap verir:
- Ey dünyanın ulu sultanı! Ben, o adama öfkeyle,hışımla bakmadım. Hayretle baktım. O yanlış anladı. Vehme kapıldı. Onu, burada görünce şaşırdım. Çünkü Allah (cc) bana emretmişti ki:
- "Haydi git, bu akşam o adamın canını Hindistan`da al!" Ben de bu adamın yüz kanadı olsa, bu akşam Hindistan`da olamaz. Bu nasıl iştir, diye hayretlere düştüm. İşte ona bakışımın sebebi bu idi.