9285,26%2,81
34,49% 0,10
36,41% 0,19
2956,69% 0,74
4955,48% 0,56
Öykücü Naime Erkovan, yazdığı hikâyelerde aslında kendisini şaşırtmaktan hoşlandığını söyledi.
Naime Erkovan, edebiyatımıza öykü türünde yeni bir soluk kazandırmış bir isim. Tarzıyla ve öyküleri ele alış şekliyle dikkatleri üzerine çeken bir öykücümüz. Şaşırtıcı sonlarıyla okuyucuyu beklenmedik bir yanılgı içine düşürerek, merak duygusunun hep var olmasını sağlıyor.
Beşinci Düğme’yle başladığı öykü serüvenine sırasıyla Soğuk Taht ve Asılsız Hikâyeler ile devam etmiştir. Bizde öykü türünde yetkinleşmiş bu yazarımızla kendi öyküleri, neden bu tarzı seçtiği, yazarken nelere dikkat ettiği gibi konularda samimi bir röportaj gerçekleştirdik.
Yazın hayatınıza öykü türüyle başlamayı tercih ettiniz. Roman gibi sınırları ve anlatım olanağı geniş bir tür varken neden öykü?
Sanıldığının aksine, öykü romandan çok daha etkileyici bir güce sahip. Romanın sağlayamayacağı birçok imkânı veriyor bana bu tür. Çünkü öykü yazmak, ince bir işçilik gerektirdiği gibi yazarını da disipline eder. Ayrıca onun aracılığıyla sınır taşlarımın nerede bulunduklarını keşfediyorum. Yerlerini belirledikten sonra da her öyküyle onları biraz daha ileriye kaydırabiliyorum.
Yazarken en çok dikkat ettiğim şey, kurgumdan ya da kelimelerimden sıkılmamamdır. Böyle bir tehlike olduğunda yeni bir öykü kurgulama olanağım var. Oysa roman boyunca konunuzdan veya karakterlerinizden kaçma olasılığınız düşüktür. Öykü yazmak, gerçek bir özgürlük.
Öykülerinizi yazarken hayal gücünüz dışında yaşanmış olaylar veya anılardan faydalanıyor musunuz?
Elbette. En ütopik eserlerin bile bir ayakları yaşadığımız ve aşina olduğumuz dünyaya basar. Ancak o sayede okura özdeşleşebileceği resimler sunabilir ve yazdıklarınıza inandırabilirsiniz.
Bir röportajınızda çeviriyle ilgili, “Çeviri bir sığınak gibi benim için. Bana ait olmayan cümlelere ses veriyorum ama ben o sözlerden sorumlu olmuyorum. Bu da beni hep güvende hissettiriyor” demişsiniz. Bununla çevirinin daha kolay ve risksiz olduğunu mu söylemek istiyorsunuz?
Yazmaya başladıktan ve yepyeni bir yapıtı ortaya koymanın zorluklarını gördükten sonra gelişti bu düşünce. Ama buna rağmen, çeviri yapmak yeni bir şey yazmaktan daha zorlayıcı. Bazen “Bu cümle şöyle de yazılabilirmiş” dedirtiyor bazen de esere farklı sonlar yazdırtıyor zihninizde. Çeviri, kendinizi kontrol ve itaat etmeyi öğretiyor. Bu da zor bir şeydir.
Öykü serüvenizin üçüncü kitabı “Asılsız Hikâyeler” adıyla da dikkat çeken bir kitap. İsmin macerasını anlatır mısınız?
Okur daha en baştan onu bekleyeni bilsin diye adı “Asılsız Hikâyeler” oldu. Daha en baştan hazırlıklı olsun her şeyin bir kurmaca, her şeyin gerçek hayatın yalnızca puslu bir yansıması olduğunu. Sonuçta dünya hayatı bir oyundan ibaret değil mi?
Öykü yazmanın size öğrettiği, bakış açınıza kazandırdığı bir şeyler oldu mu?
Fark ederek bakmayı, hayatın basit gördüğümüz ve artık ayrımına varmadığımız ayrıntılarla dolu olduğunu hatırlattı. Hatırlatma çünkü bu detayları her çocuk görerek büyür fakat sonradan yitirir bu özelliğini. Edebiyat bizi yeniden seyirci koltuğuna oturtuyor. O andan itibaren de hayatın hiçbir zaman tekdüze hale gelemeyeceğine kanaat getiriyoruz.
“Beşinci Düğme” adlı öykü kitabınıza baktığımızda fantastik anlatım tarzıyla karşılaşıyoruz. Neden böyle bir anlatım tarzını tercih ettiniz?
Zihnim bu anlatıma daha yatkın. Ayrıca imkânsıza inanmıyorum. Fantastik gibi gelen şey, benim için “Böyle de olabilir gerçekler”e bir tekliftir. O yüzden son derece inandırıcıdır da. Günlük hayatın yüksek duvarlarla çevrili kalesinin asma köprülerini indirir ve hayal gücü, uçsuz bucaksız bir dünyada serbestçe dolaşma hakkını kazanır.
Öykülerinize genel olarak incelediğimizde beklenmedik sonlar görülüyor. Neden okuyucuyu şaşırtmayı seçiyorsunuz?
Aslında kendimi şaşırtmaya çalışıyorum. Tahmin edilir olmak, bir kurgunun başına gelebilecek en büyük talihsizliktir. O yüzden asıl emeği sona vermeli çünkü orası okurla yollarınızı ayırdığınız yerdir. Bir daha karşılaşıncaya kadar birbirinizin hafızasında iyi bir izlenimle ayrılmalısınız.
Yazarlık sürecinizde A. Ali Ural’ın katkılarının büyük olduğunu, hocanızın yönlendirmeleri sayesinde böyle bir yola girdiğinizi söylemişsiniz. Peki yazarlık dışında yapmak istediğiniz başka bir şey var mıydı?
Doğru, onun emeği çok. Edebiyatın bir zevk değil, bir hayat yolu olduğunu gösterdi. Yazar olmak yoğun ve yorucu bir çalışmanın sonucu ama aslolan edebiyatın, insana ve hayata yaklaşımını idrak edip bu anlayışı kendi yaşamınıza aksettirebilmenizdir. Dolayısıyla ne iş yaparsak yapalım edebiyat her insanın temel ihtiyacıdır.