Tarih: 23.12.2014 13:03

KUR`AN`A GÖRE VAHİY

Facebook Twitter Linked-in

Kur`an-ı Kerim`de vahiy hakkında bir çok âyet vardır. Evvelâ vahyin sureti vukuu hakkındaki âyeti görelim, kulun, Allah kelamını ne suretle telâkki ettiği-ni dinleyelim:
 
"Vahiy ile veya perde arkasından, yahut elçi gönderip ona kendi izniyle dilediği şeyi vahyetmesinden başka bir suretle Allahın konuşması hiç bir insana müyesser olmaz. Yüce olan Hakim odur." (Şûra: 51)
Bütün Peygamberlere Cenab-ı Hak vahiy eylemiştir. Bu yalnız Hazreti Muhammed`e mahsus, görülmedik ve işitilmedik bir şey değildir.
"Biz sana vahyettik, nasıl ki Nuh ile ondan sonraki Peygamberlere de vahyetmiştik. İbrahim`e, İsmail`e, İshak`a, Yakub`a, Yakub`un oğullarına, İsa`ya, Eyüb`e, Yunus`a, Harun`a ve Süleyman`a da vahyettik. Davud`a da Zebur`u verdik. "(Nisâ: 163)
"Aziz ve Hakim olan Allah sana ve senden evvel gelenlere böylece vahyeder." (Şûrâ: 2)
Bütün Peygamberler tekzible karşılanmışlardır. Onun için Hazreti Muhammed`in de aynı âkıbete uğraması tabiî görülmelidir:
"Onlara, her bir Peygamber geldikçe onunla mutlaka istihza ederler."
(Yâsin: 30)
"Onlar, seni yalanlıyorlarsa senden önce nice Peygamberler, en açık bür-
hanlarla, ilâhi kitaplarla ve nurlu kitapla geldikleri halde onlar da yalanlanmışlardı."(Âl-i İmran: 184)
"Bu sana söylenenler, senden önce gelen Peygamberlere söylenmiş şeylerdir." (Fussilet: 43)

Kur`an, Hazreti Muhammed`e karşı inkarcıların savurdukları hezeyanları şöyle anlatır:
"Onlar dediler ki: Muhammed`e bir Melek indirilseydi. Eğer Melek indir-seydik iş olur biter, onlara mühlet bile verilmezdi. Eğer Peygamberi Meleklerden gönderseydik, onu da beşer suretinde yapardık, yine düştükleri şüpheden kurtu-lamazlardı. " (Enâm: 8-9)

"De ki: Yeryüzünde yerleşenler; gezenler, eğer Meleklerden olmuş olsalardı onlara semâdan Melek bir Peygamber gönderirdik.`` (İsrâ: 95)
"Onlar derler ki: Bu Peygambere ne oluyor? Yemek yiyor, çarşıda dolaşıyor. Neden ona bir Melek gönderilmedi ki kendisiyle birlikte âleme ihtar-larda bulunsun. Yahut ona niçin bir hazine indirilmedi? Yahut niçin içinden yiyeceği bahçe verilmedi Zâlimler nihayet dediler ki: Siz büyülenmiş bir adama
uyuyorsunuz!" (Furkân: 7-8)
"Onlar dediler ki: "Sana inanmayız, tâ ki bizim için şu yerden bir kaynak akıtasın, pınar fışkırtasın, yahut senin için hurmalık, asmalık bir bahçe ola da içinden şırıl şırıl çaylar, ırmaklar akıtasın. Yahut dediğin gibi, üzerimize göğü parça parça düşüresin, yahut Allahı ve Melekleri karşımıza getiresin. Yahut senin altından bir evin olsun, yahut göğe çıkasın ve ona çıktığına da asla inanmayız, tâ ki bize okuyacağımız bir kitap indiresin." Onlara de ki: Sübhanallah, ben ancak bir beşer Peygamber değil miyim? İnsanlara hidayet rehberi olan Kur`an gel-dikten sonra onları îmandan alıkoyan sebep onların: Allah bir insanı Peygamber olarak mı gönderdi? demeleridir. De ki, yeryüzünde yerleşenler, gezenler Melek-lerden olsalardı, onlara gökten bir Melek Peygamber gönderirdik.`` (İsrâ: 90-95)
"De ki: Ben de sizin gibi bir insanım. Ancak bana vahyolunuyor ki, Tanrınız bir tek Tanrıdır." (Kehf: 111)
"O inkar edenler: Bu sırf iftiradır, onu o uydurdu, diğer bir kavim de ona bu işte yardım etti, dediler. Doğrusu zulüm ve tezvire gittiler. Yine onlar dediler: Bunlar eski masallar, onları yazmış; bunlar ona sabah akşam okunuyor."
(Furkan: 4-5)
"Şayet biz sana kâğıtta yazılı bir kitap indirseydik de onlar da onu elleriyle yoklayıp tutsalardı bile, kâfir olanlar gene: Bu açık büyücülükten başka bir şey değildir, derlerdi." (En`âm: 7)
"Sen bundan evvel hiç bir kitap tilâvet etmiş değilsin, sağ elinle de yazı yazmamıştın.Öyle olsaydı bâtıl söz ileri sürenler şüpheye düşerlerdi." (Ankebüt: 49)
"Biz böylece sana bizim emrimizden bir ruh vahyettik. Halbuki önce kitabın da, imanın da ne olduğunu bilmiyordun. Biz bunu, kullarımızdan dilediğimizi doğru yola hidâyet için bir nûr kıldık. Muhakkak sen dosdoğru yola hidâyet etmektesin." (Şûrâ: 52)
"Biz biliyoruz ki, onlar: Bunu ona bir insan öğretiyor, diyorlar. O nisbet ettiklerinin dili yabancıdır, bu Kur`an ise açık Arapçadır." (Nahl: 103)
"Biz Kur`an`ı yabancı bir dil ile göndermiş olsaydık; onlar, muhakkak der-lerdi ki: Onun âyetleri açık açık beyan olunsaydı, ne olurdu? Bu ne, dil yabancı, muhatap Arap! De ki, bu Kur`an îman edenler için hidâyet ve şifadır:" (Fussilet: 44)

"İman etmeyenlere gelince: Onların kulaklarında ağırlık vardır. O onlara, karanlık kalır, görmezler: Onlar uzak bir yerden çağırılırlar."

Yukarıdaki âyette geçen "a`cemî" kelimesi hakkında Kâmusun şu beyânını dinleyelim:

"Acem: Arabın hilâfıdır ki: Arap sınıfından maada sınıf-ı insanîye denir: Türkî ve Hindî, ve îranî vesaireleri gibi. Cümlesine Ucum ve Acem denir. Arap mukabilidir,"
A`cem: Eslem vezninde Araptan olmayan kimseye denir, Müfredi ve cemi beraberdir. Ve kelâmı fesahat ve beyan üzere edaya muktedir olmayan adama denir. A`cemî dahi denir ki, mübalâga-i nefse mensuptur. Ve dilsize ıtlak olunur." (7)
Arapça eserlerde Acem ve Eâcim tâbiri geçince çoğu bunu İranlı mânasına anlıyor. Halbuki Acem, gayr-i Arap demektir. Ve bu hata yüzünden bir çok Türk, İranlı sanılıyor. Sonra, Arap medeniyeti demek de doğru değildir, bu, İslâm medeniyetidir.
"Onlara apaçık âyetlerimiz okunduğu zaman bize kavuşmayı arzulamıyanlar "Bize bundan başka bir Kur`an getir, yahut bunu değiştir!" derler. Sen de onlara de ki: Bunu kendiliğimden değiştirmek elimden gelmez. Ben ancak bana vahyolunana tâbi oluyorum. Ben Rabbime karşı gelirsem, büyük bir günün azabından korkarım." (Yunus: 15)
İşte sâhir, kâhin, şâir deyip tutturamıyan ve Kur`an`ın mislinden veya on süresinden vazgeçtik, bir sûresine bile nazire getirmekten âciz kalan müşrikler, böyle tuhaf tuhaf şeyler istiyorlardı.
Bunların topuna karşı Hazreti Kur`an`ın cevabı pek yerinde ve kesin idi.
"De ki: Allah dileseydi ne ben size Kur`an`ı okurdum, ne de siz onu kavrardınız? Ben bundan önce aranızda uzun bir ömür durdum, bunu da anlamı-yor musunuz?" (Yunus: 16)
"De ki: Ben size Allahın hazineleri bende demiyorum, gaybı da bilmem. Size Melek olduğumu da söylemiyorum. Ben ancak bana vahyolunana tabi oluyorum."
"Sen kitabın sana vahyolunacağını ummuyordun. Bu ancak Tanrının sana bir rahmet ve lûtfudur.`` (Kasas: 86)
"Muhakkak ki ben Kur`an`ı, hakîm ve elîm olan Allah tarafından telâkki ediyorum." (Neml: 6)
Hazreti Muhammed`e (s.a.s.) Kur`an`ı inzâl buyuran Cenab-ı Haktı.
"Halbuki Allah, sana kitabı ve hikmeti inzâl etti, gönderdi. Sana evvelce bilmediğin şeyleri öğretti, Allahın sana olan fâzıl ve keremi çok büyüktür." (Nisâ:
113)
"O Allah ki, ümmilere kendilerinden bir Peygamber gönderdi. Onlara O`nun âyetlerini okuyor, onları tezkiye ediyor, onlara kitabı ve hikmeti öğretiyor. Halbuki bundan önce apaçık bir dalâlet içinde idiler." (Cumua: 2)


Hazreti İbrahim vaktiyle şöyle yalvarmıştı:
"Allahım, onların arasından onlara öyle bir Peygamber gönder ki, onlara Senin âyetlerini okusun, onlara Kitabı ve hikmeti öğretsin, onları tezkiye etsin. Muhakkak ki Aziz Sensin, Hakîm Sensin," (Bakara: 129)
Duâsı kabul olmuştu.
İşte Cenabı Hak şimdi Resulüne vahyediyor, kitap indiriyordu.
"Biz Kur`an`ı sana kısım kısım indirdik." (İnsan: 23)
"Biz sana Kitabı Hak olarak gönderdik. "(Nisâ: 105)
"Kur`an`ı Hakla indirdik, Hak olarak indi." (İsrâ: 105)
"Bizim sana gönderdiğimiz Kitap mübarektir, ondan evvel gelen kitapları tasdik eder, sen onunla şehirler anası Mekke halkını ve çevresindekileri uyara-caksın!" (En`am: 92)
"Ümmülkura = Ana şehri ve civarındakileri kötü sonla inzar için sana Arapça Kur`an`ı böylece vahyettik." (Şûrâ: 7)
"Sizi inzar etmem için bana bu Kur`an vahyolundu." (En`am: 19)
"Rabbinin Kitabından sana vahyolunanları tilâvet et." (Kehf: 27)
"Ben ancak bana vahyolunana tâbi oluyorum. Ben yalnız açık bir ihtarcıyım."(Ahkâf: 9)
"İşte bunlar Allahın âyetleridir ki, onları sana Hak ile tilâvet ederiz. Sen, hiç şüphesiz ki, gönderilen Peygamberlerdensin." (Bakara: 252)
"Bu Kur`an bütün âlemlerin Rabbinin vahyidir. Ruh-u Emin (Cebrail) onu açık Arap diliyle ihtarcılardan olasın diye senin kalbine indirdi," (Şûrâ: 192)
"De ki: Onu Rûhül Kudüs mü`minlerin îmanını sağlamlaştırmak, Müslümanlara hidâyet ve müjde olmak üzere Rabbin tarafından Hak ile indirilmiştir."
(Nahl: 102)
"Öyle bir Kitap ki âyetleri muhkem kılınmış, sonra beyan edilmiş, hakîm ve her şeye âgâh olan Allah tarafından gönderilmiştir." (Hûd: l)
"Bu kitabın indirilmesi aziz ve hakîm olan Allah tarafındandır." (Zümer: 1)
"Kur`an`dan mü`minler için rahmet ve şifa olan âyetler indiririz. Halbuki zalimlerin ancak ziyan ve hüsranları artar." (İsrâ: 82)

Kur`an-ı Kerim alîm ve hakîm olan Allahü Zülcelâl tarafından vahyolunduğunda şüphesi olanlara son söz:
"Onlar Kur`an`ı düşünüp tedebbür etmiyorlar mı? Eğer Allahtan başkası tarafından olsaydı onda birbirini tutmayan bir çok ihtilâflı şeyler bulurlardı."
(Nisâ: 82)

"Bu kitapta ihtilâf edenler, uzak bir şikâk içindedirler."
Kendisine vahiy gelmediği halde böyle bir iddiada bulunanlar hakkında
Kur`an-ı Kerim`de çok şiddetli bir lisan kullanılır:
"Allaha karşı yalan uydurup iftira edenlerden, yahut ona hiç vahyolunmamışken (Bana vahyolundu) diyenden ve Allahın gönderdiğine benzeyeni ben
de gönderirim diyenden daha zalim kimse olur mu? Bu zalimlerin ölüm sekeratında kıvrandıkları ve Meleklerin onlara kollarını uzatarak haydi bakalım, canlarınızı kurtarın, bugün, Allaha karşı Haktan başkasını söylediğiniz, onun âyetlerine uymayı kibrinize yediremediğiniz için rüsvay edici bir azapla cezalanacaksınız" dedikleri zaman hallerini bir görsen." (En`âm: 93)
Necim süresinde vahiy hakkında şu âyet-i kerimeler vardır: "Yıldız`ın battığı zaman aşkına, sizin arkadaşınız yanılmadı, sapmadı ve aldanmadı. O, arzu ile de söz söylemez, sözü ancak vahyolunan vahiyden başka değildir. Onu kuvvetli, ulu olan kudretli, heybetli biri öğretti. O da kemale erdi. O yüce ufuktadır. Sonra o yaklaştı, daha fazla yaklaştı. Ta ki araları iki yay boyu kadar veya daha az kaldı. O da kuluna vahyettiğini etti. Kalp ona gördüğünü hiç iğriltmedi, hâlâ onun gördüğü üzerinde onunla mücadele mi ediyorsunuz? Halbuki O, onu bir daha Sidre-i münteha yanında görmüştü. Cennet-i Mevâ onun yanındadır. Sidreyi neler kaplamıştı neler!..." (Necm Süresi)

Müfessirler, Resulü Ekremin Cebrail`i hakikî suretinde iki defa gördüğünü söylüyorlar. Biri Hirâ`da bi`setin başlangıcında, diğeri de Mi`raçta. Hazreti Peygamber de vahiy halinde Melek ile olan mülâkatında, İbni Haldun`un dediği gibi, ruhanî bir istiğrak, bir vecd ve gaşy hali görülürdü. Ya Meleğin sesini işitir veya Melek temessül ederek konuşurdu. Hazreti Peygamber, soğan, sarmısak gibi kerih kokulu şeyler yemezdi ve ben, sizin göremediklerinizle, mülâkât yapamadıklarınızla konuşurum, derdi.




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —