9367,77%3,72
34,58% 0,33
36,23% 0,01
2987,83% 0,88
4956,37% 0,00
Hazreti Peygamber (s.a.v.)`e ilk nâzil olan âyetlerin "İkra" olduğunu yukarıda söylemiştik. Ancak bu
hususta başka rivayetlerle de karşılaşıyoruz. Meselâ Süyutî "Ulûmi Kur`an" a
dair en geniş bir eser olan İtkan`da şunu rivayet etmektedir: Hazreti Câbir`e sormuşlar:
Kur`an`dan ilk önce nâzil olan nedir? Oda:
?? ???? ?????? Ya eyyühel-müddessir, demiş. Soran:
???? ???? ??? Ikra` Bismi rabbike, değil mi, demişler,
Hazreti Câbir:
Size Hazreti Resulûllahın bize söylediklerini söyliyeyim: O dedi ki: Ben Hira`da inzivada idim. Müddetim tamam olup da vadiye indiğim zaman önüme, ardıma, sağıma, soluma bakındım. Sonra gözlerimi göğe çevirdim. Bir de baktım, o, yâni Cebrail. Beni bir titremedir aldı. Hatice`ye geldim, beni örtün, dedim. Allahü Taâlâ da ``Ya eyyühel-müddessir``i inzâl buyurdu.
Yine Hazreti Câbir`den rivayet olunur:
Resulûllahı fetreti vahiyden bahsederken dinledim. Dedi ki: "Ben bir gün yürüdüğüm esnada gökyüzü tarafından bir ses işittim. Başımı kaldırdım. Bir de ne göreyim, baktım ki Hira`da bana gelen Melek yer ile gök arasında bir kürsü üzerinde, pek ziyade korktum. Derhal eve dönüp beni örtün, beni örtün dedim! Ve beni örttüler. Bunun üzerine Allah da "Yâ eyyühel-müddessir" i indirdi. Ve artık vahiy kızıştı da ardı arası bir daha kesilmedi."
Bu iki rivayeti şöyle bir karşılaştırıp muhakeme edecek olursak anlarız ki, zâhirde ihtilâf gibi görünen şey ortada yoktur. Bu iki rivayet de muhtar olan rivayetlere uymaktadır. Çünkü ikinci rivayete bak: "Baktım ki Hira`da bana gelen Melek" diyor. Demekki Hira`da ilk defa gelmiş ve "İkra`" âyetini getirmiştir. Şimdi ikinci defa olarak yine görüyor, Peygamber korkuyor, telâş ediyor, yatağına girip bürünüyor. İşte o zaman ikinci olarak şu âyetler vahyolunuyor:
"Ey bürünen Peygamber, "Kalk, inzar eyle, Rabbini tekbir et, Elbiseni temizle, Putları terkeyle."
İbni Kesir, Buharî`den Hazreti Câbir`in yukarıki rivayetlerini naklettikten sonra Hazreti İbni Abbas`ın şu rivayetini de getirmektedir:
Velid Bini Mugîre, Kureyşin ulularını yemeğe dâvet etmişti. Ziyafette yiyip içildikten sonra: "Şu adam hakkında ne diyeceksiniz?" dedi. Kimisi sihirbaz, dedi; bazısı hayır, sihirbaz değil, dedi. Kimi kâhin, dedi; kimisi hayır kâhin de değildir, dedi. Bir takımı şair, bir takımı değil dediler. Bir kısmı "sihri-yu`ser" dediler ve bu reyde karar kıldılar. Bunu Peygamber Efendimiz duydu. Mahzun oldu, başını sardı. Bunun üzerine Allahü Taâlâ tarafından "Ya eyyühel-müddessir" inzâl buyuruldu.
Bu rivayet de diğerlerine muhalif değildir. Âyetlerin sebebi nüzulüne bak. Bunlardan önce bir şey nâzil olmuş ki onlar hakkında ne diyeceksiniz? diye soruluyor. Ve onların sihir demeleri üzerine "Ya eyyühel-müddessir" nâzil oluyor. Zaten nüzul tarihi sırasına göre evvelâ "İkra"`, sonra "Nûn vel`kalem", ardından "Ya eyyühel-müzzemmil`` nâzil olmuş, dördüncü olarak "Müddessir" sûresi inmiştir.İlk nâzil olanın İkra` olduğu şüphesizdir. Yalnız tam sûre olarak nâzil olmadı. Baştaki âyetler nâzil oldu. Hattâ Müzzemmil ve Müddessir de tam olarak nâzil olmamıştır. Belki Cabir, tam sûre olarak "Müddessir", "İkra"` dan öncedir demek istemiştir. Nasıl ki "Müddessir" sûresinin başı nâzil olduktan sonra "Müzzemmil" nâzil olmuş, "Müddessir" in kalan kısmı sonra nâzil olduğundan Mushafta öyle tertip olunmuştur.
Fetret-i vahyin ne kadar sürdüğüne gelince: İbni İshak, vahyin kesilme müddetinin üç sene olduğunu söylüyor. İki buçuk sene kadar olduğu da rivayet olunur, hattâ 40 gün diyenler bile vardır. Her halde üç sene olmasa gerek. Üç sene süren gizli davettir. Bir çok tarihler gizli dâveti, fetret-i vahiy sanıyorlar ve karıştırıyorlar.
Bu meselelerin kapalı kalmasının sebebi şudur: Hicretten önce Müslümanların adedi azdı. Müşriklerin ezasından, cefasından baş kaldırıp göz açamıyorlardı. Hayat sıkıntısından, ölüm kalım kavgalarından, geçirdikleri korkulu hallerden bu gibi şeylere vakit bulamıyorlardı. Felâketler onların hâtıra-larını doldurmuştu. Bu gibi meselelere yer kalmıyordu. Nasıl ki bu sıkıntılı hali "Vedduhâ" sûresi tasvir etmektedir.
, Vahyin kesilmesinden Hazreti Peygamber (s.a.v.) son derece üzüntü duydu. Ruhunu endişeler sardı. Sahralara çıkıp dolaşıyor, Rabbine yalvarıyor, niyaz ediyordu. Hattâ o dereceye varmıştı ki, bir defa kendisini dağ tepesinden aşağı atmak istediği bile söylenir.
Vahyin kesilmesinin sebep ve hikmetine gelince, bu da ikinci bir ruh tasfiyesi devresidir, İlk vahyin tesirinin heybeti zâil olsun ve vahyi karşılamaya hazırlansın. Bu neye benzer bilir misiniz? Uzun süren kuraklıktan sonra yağan yağmuru toprak nasıl emerse ve susuzluktan yanıp tutuşan kimse suya nasıl can atarsa, ara uzayınca Resulüllahın vahye iştiyakı da öylece artardı.
Vedduha sûresinin mealine bak:
"Kuşluk vakti ve çöken gece aşkına. Rabbin seni bırakmadı ve hoşnutsuzluğa uğratmadı. Ve her halde âkibet senin için başlangıçtan daha hayırlı. Rabbin sana dilediğini verecek ve sen de hoşnud kalacaksın. O seni bir öksüzken barındırmadı mı? Ve seni yol bilmezken doğru yola koymadı mı? Seni yoksul iken ihtiyaçtan kurtarmadı mı? Öyle ise sakın yetimi hor tutma(10) bir şey dileyeni azarlama. Fakat Rabbinin nimetlerini anlat da anlat."
Bu sûrenin muhtevası, bunun bi`setin o buhranlı anlarında nâzil olduğunu göstermektedir. Bundan sonra vahiy, hâdisât ve ahvalin icabına göre âyet âyet, sûre sûre inmekte devam etmiş, artık uzun müddet vahiy kesilmemiştir.
Süleyman Çelebi`nin ruhu şadolsun, der ki:
Fahr-i âlem irdi çün kırk yaşına,
Kondu pes tâc-ı nübüvvet başına.
İndi Kur`an âyet âyet beyyinât,
Zâhir oldu nice türlü mucizât.
(10) Burada bir noktaya temas etmeden geçemiyeceğim: İslâmî meseleleri Müslümanlardan daha iyi bildiklerini, Kur`an`ı bizden iyi anladıklarını iddia eden müsteşrikler, Hazreti Peygamberin yetimlere şefkat ve merhamet tavsiye etmesini, kendisinin yetim olmasiyle izah ediyorlar. Demek istiyorlar ki, Muhammed kendisi yetimdi, öksüzlüğün acılarını çekti. Onun için yetim-lere acıyor! Bunlar müsteşrikler tarafından lüzumsuz yere yapılmış yersiz tenkidlerdir. Hazreti Muhammed`in ortaya koyduğu Müslümanlığın ana prensipleri yüksek içtimaî ve insanî fikirleri İhtiva etmektedir. O, fakirlere, yoksullara, öksüzlere, yolda kalmışlara, umumiyetle bütün yardıma muhtaç olanlara yardımı emir ve tavsiye eder. Bundan daha yüksek ne olabilir?