Ahmet AKGÖNÜLLÜ


LATIFE TEYZE

LATIFE TEYZE


LATIFE TEYZE

Bugün sizleri teee eskilere götüreceğim. Mütevellimiz de çocukluk ve gençlik yıllarımıza. Yeni nesil bilmez, bizim nesil iyi hatırlar. Çocukluk fotoğraflarımızın olmadığı, ancak okul çağlarında siyah-beyaz resimlerimizin olduğu yıllar.

Oyuncaklarımızın iplik makaraları, ağaçtan yapılan oyuncaklarımız, kargıdan atlarımızın olduğu nesiliz biz.

Karpuz ve kavunun tane ile değil bahçelerimizde yığınla olduğu dönemler. Takoz arabalardan yaylı arabalara geçtiğimiz dönemleri gören nesilleriz.  Annelerimizin kara kazanlarda çamaşır kaynattığı, susakla şu döktüğü, kocaman leğenlerde yıkandığımız, annelerimizin yandık dedikçe kafamıza susakla (su kabağı) ile vurulan çocuklarız. Öküz kabağından arabaları olan çocuklarız. 

Mütevellimizin mümbit ovalarında pamuk, kırlarında tütün dikilen çağlardı. Pamuk çapasına at arabalarıyla daha zenginlerin traktör kasalarıyla gittiğimiz çocuklarız. Kalemi tanımadan pamuk çapasının elimize tutuşturulduğu çocuklarız. Kahvelerde baba ile çocukların beraber oturmadığı,  hele ki öğretmenlerimizi gördüğümüzde yolumuzu değiştiren nesilleriz biz. 

O yıllarda tarım vardı. Ekmeğimize salça veya biraz toz şeker ekeleyerek doyan çocuklarız. O yıllarda Baba Süleyman Demirel, Karaoğlan Ecevit vardı. Kahvelerimizde oyun yoktu, hele biz çocukların kahvelere bile giremediği günleri yaşadık. Ne güzeldi o günler. 

Gelelim konumuzun başlığına...

Pamuk çapasına giden ameleler ve dayı başlılık meselesine. Göçmen mahallesinin dayı başsısı Latife ablası, bize göre Latife teyzemiz. Göçmen mahallesi dediğimiz daha çok Bulgaristan’dan mübadele ile gelip yerleşen bir garip, zorluğu en derin şekilde yaşamış ailelerin yerleştiği mahalle. Biz de o mahallenin sakinlerindendik. Pamuk çapasına ve toplamasına ameleler toplanırdı. Göçmen mahallesinin en geniş amelesi de Latife teyzenin amelesiydi. Her sabah belirli alanlarda toplanılıyor, gelen traktör veya at arabalarına binilir ve pamuk tarlalarına gidilir işe başlanırdı. Akşama kadar o zorlu çalışma sonucu herkes bitkin halde; ama kazancının gönül rahatlığı ile eve dönülürdü.  Bir de Balıkesir ve çevresinden gelen ameleler vardı. Biz onlara ‘KIRLI’ derdik. Bu isim nereden geldiğini bilmiyorum ama Mütevelli’nin tarım işinde önemli bir yer tutardı. 

Biraz daha büyüdüğümde artık etrafı tanımaya ve biraz da okula gitme şansını yakalayan birkaç gençten biri olmanın getirdiği güven de oluşmuştu. Latife teyzeyi daha iyi tanımaya başladım. Hem de şanslı olarak ablamızın bir Göçmen gelini olması benim avantajım olmuştu. Bir gün ablama gittiğimde Latife teyze de oradaydı. Bulgaristan göçmeni olduğunu bilerek kendisine sormaya başladım. 

Latife teyze siz neden Bulgaristan’dan geldiniz deyince. O güzel şivesiyle 

Neden gelmeyelim be uşaam, gâvur elinde kaldık. Eziyet ederler, memleketimizi bıraktık geldik. Er bişeyimiz orada kaldı. Napcaz gâvur elinde. Te zor bişey.  Sonra buraya geldik. Atatürk zamanında geldik, bize ev verdiler, bahçe verdiler. Burası da bizim memleket. Bayraamizin gölgesinde rahat yaşıyoruz. Demişti. 

Daha sonraları anladım ki Osmanlı topraklarının kaybedilmesiyle 14. Asırda Rumeli ye giden atalarımızın torunları 5 Asır sonra geri dönüyordu. Benim babaannem de Selanik’ten gelmişti. Anne tarafım da yine aynı acıları yaşayan Karamanoğulları’nın Rumeli ye gidişi ve beş Asır sonra geri dönüşü yaşamıştı. Kozana mübadillerindendi. 

Sonuç olarak aynı hamurun ekmeği gibiyiz. 

Bütün bu acıları yaşayarak Türk Milleti ve Türkiye olmuşuz. Düşündükçe biz bütün acılara rağmen şanslı nesilmişiz. Her ne kadar çocukluk resimlerimiz olmasa da, ekmeğimize salça sürüp yememiz, oyuncaklarımızın iplik makarası ve kabaktan olsa da şanslı nesiliz. 

Yazımın konusunda anlatmaya çalıştığım Latife teyze, teyzeler, anne ve babalar, hele ki askere gidip dönmeyen dedelerimizi hatırladıkça çok şanslıyız. Onlara rahmet olsun.

Bugünkü nesil tabi ki bizden çok şanslı. Televizyonu Kıbrıs Barış harekâtına gören, telefonları, bilgisayarları, laptoplari doğar doğmaz kucağında gören nesle selam olsun. Bizim nesil zaten selamı çoktan hak etti.

Bugün sizleri teee eskilere götüreceğim.

Mütevellimiz’de çocukluk ve gençlik yıllarımıza.

Yeni nesil bilmez, bizim nesil iyi hatırlar.

Çocukluk fotoğraflarımızın olmadığı, ancak okul çağlarında siyah-beyaz resimlerimizin olduğu yıllar.

Oyuncaklarımızın iplik makaraları, ağaçtan yapılan oyuncaklarımız, kargıdan atlarımızın olduğu nesiliz biz.

Karpuz ve kavunun tane ile değil bahçelerimizde yığınla olduğu dönemler. Takoz arabalardan yaylı arabalara geçtiğimiz dönemleri gören nesilleriz.  Annelerimizin kara kazanlarda çamaşır kaynattığı, susakla su döktüğü, kocaman leğenlerde yıkandığımız, annelerimizin yandık dedikçe kafamıza susakla (su kabağı) ile vurulan çocuklarız.

Öküz kabağından arabaları olan çocuklarız.

Mütevellimizin mümbit ovalarında pamuk, kırlarında tütün dikilen cağlardı. Pamuk çapasına at arabalarıyla daha zenginlerin traktör kasalarıyla gittiğimiz çocuklarız.

Kalemi tanımadan pamuk çapasının elimize tutuşturulduğu çocuklarız. Kahvelerde baba ile çocukların beraber oturmadığı,  hele ki öğretmenlerimizi gördüğümüzde yolumuzu değiştiren nesilleriz biz.

O yıllarda tarım vardı. Ekmeğimize salça veya biraz toz şeker ekeleyerek doyan çocuklarız. O yıllarda Baba Süleyman Demirel, Karaoğlan Ecevit vardı. Kahvelerimizde oyun yoktu, hele biz çocukların kahvelere bile giremediği günleri yaşadık.

Ne güzeldi o günler.

Gelelim konumuzun başlığına...

Pamuk çapasına giden ameleler ve dayı başlılık meselesine. Göçmen mahallesinin dayı başsısı Latife ablası, bize göre Latife teyzemiz. Göçmen mahallesi dediğimiz daha çok Bulgaristan’dan mübadele ile gelip yerleşen bir garip, zorluğu en derin şekilde yaşamış ailelerin yerleştiği mahalle. Biz de o mahallenin sakinlerindendik. Pamuk çapasına ve toplamasına ameleler toplanırdı. Göçmen mahallesinin en geniş amelesi de Latife teyzenin amelesiydi. Her sabah belirli alanlarda toplanılıyor, gelen traktör veya at arabarına binilir ve pamuk tarlalarına gidilir işe başlanırdı. Akşama kadar o zorlu çalışma sonucu herkes bitkin halde; ama kazancının gönül rahatlığı ile eve dönülürdü.  Bir de Balıkesir ve çevresinden gelen ameleler vardı. Biz onlara ‘KIRLI’ derdik. Bu isim nereden geldiğini bilmiyorum ama Mütevelli’nin tarım işinde önemli bir yer tutardı. 

Biraz daha büyüdüğümde artık etrafı tanımaya ve biraz da okula gitme şansını yakalayan birkaç gençten biri olmanın getirdi güven de oluşmuştu. Latife teyzeyi daha iyi tanımaya başladım. Hem de şanslı olarak ablamızın bir Göçmen gelini olması benim avantajım olmuştu. Bir gün ablama gittim de Latife teyze de oradaydı. Bulgaristan göçmeni olduğunu bilerek kendisine sormaya başladım. 

Latife teyze siz neden Bulgaristan’dan geldiniz deyince. O güzel şivesiyle 

Neden gelmeyelim be uşaam, gâvur elinde kaldık. Eziyet ederler, memleketimizi bıraktık geldik. Er bişeyimiz orada kaldı. Napcaz gâvur elinde. Te zor bişey. Sonra buraya geldik. Atatürk zamanında geldik, bize ev verdiler, bahçe verdiler. Burası da bizim memleket. Bayraamızın gölgesinde rahat yaşıyoruz. Demişti. 

Daha sonraları anladım ki Osmanlı topraklarının kaybedilmesiyle 14. Asırda Rumeli ye giden atalarımızın torunları 5 Asır sonra geri dönüyordu. Benim babaannem de Selanik’ten gelmişti. Anne tarafım da yine aynı acıları yaşayan Karamanoğulları’nın Rumeli ye gidişi ve beş Asır sonra geri dönüşü yaşamıştı. Kozana mübadillerinden di. 

Sonuç olarak aynı hamurun ekmeği gibiyiz. 

Bütün bu acıları yaşayarak Türk Milleti ve Türkiye olmuşuz. Düşündükçe biz bütün acılara rağmen şanslı nesilmişiz. Her ne kadar çocukluk resimlerimiz olmasa da, ekmeğimize salça sürüp yememiz, oyuncaklarımızın iplik makarası ve kabaktan olsa da şanslı nesiliz. 

Yazımın konusunda anlatmaya çalıştığım Latife teyze, teyzeler, anne ve babalar, hele ki askere gidip dönmeyen dedelerimizi hatırladıkça çok şanslıyız. Onlara rahmet olsun.

Bugün kü nesil tabi ki bizden çok şanslı. Televizyonu Kıbrıs Barış harekâtında gören, telefonları, bilgisayarları, laptopları doğar doğmaz kucağında gören nesle selam olsun. Bizim nesil zaten selamı çoktan hak etti.