Mustafa Ali ÖZTÜRK


KÜTÜPHANELERİ KİM KORUMALI?

KÜTÜPHANELERİ KİM KORUMALI?


Kütüphaneler geçmişten günümüze günümüzden geleceğe uzanan, bünyesinde birbirinden farklı bilgi ve bilgi kaynağını bir arada bulunduran ve bunları topluma sunan merkezlerdir. Kütüphanelerin amacı bilgileri depolamak başka bir ifade ile bilgi koleksiyonculuğu değildir. Kütüphanelerin var oluş amacı bünyesinde bulundurduğu birbirinden farklı bilgi ürününü toplumun tüm kesimlerine devamlı ve eksiksiz sunmaktır.

Kütüphanelerde her ne kadar teknolojinin gelişmesiyle birlikte farklı tipte bilgi kaynakları bulunsa da basılı materyaller bu mekanların vazgeçilmez başrol karakterleridirler. Teknoloji ne kadar gelişirse gelişsin bu durum daha uzun yıllar böyle olmaya devam edecektir. Bilinen ilk kitaplar M. Ö. 2.700 yıllarında Eski Mısırlılar´ın dua, adak, vakıf gibi şeyleri içine alan «Ölüler Kitabı» dır. İlk kitap ardından gelen kitaplar ile birlikte uzun bir yolculuktan sonra kütüphaneler doğmuştur. En eski kütüphane M.Ö.625 yılında Asur Devleti Hükümdarı Asurbanipal tarafından kurulan Ninova Kütüphanesi olarak bilinir. Kitapların ve kütüphanenin ortaya çıktığı tarihler oldukça uzak ve eskidir. İşlevleri ise ufak tefek güncellemeler hariç aynıdır. Bilgileri kitaplar, kitapları ise kütüphaneler muhafaza etmeye devam etmektedir.

Tarihi bu kadar eski olan kitap ve kütüphanelerin kullanımı konusunda ülkemizde pek de bir yol kat edemediğimizi, kitaba bakış açılarımızın ve kütüphane kullanım alışkanlıklarının ilkele yakın bir seviyede seyrettiğini gözlemliyorum. Bu konuda derinlik arz eden çağdaş bir zihniyet açısına ihtiyacımız var. Sosyal medyanın ve popüler kültürün itelemesiyle oluşan sahte okur ve kütüphane kullanıcıları ile bir yere varamadığımız, varamayacağımız aşikardır.

Millet olarak işin usulüne uygun bir şekilde kitaba yönelsek, samimi duygularla kütüphaneleri kullansak, sadece bizim kullanmadığımızın farkına vararak bu mekanlardan yararlansak her alanda menfi yönde çok önemli mesafeler kat edebiliriz. Ancak durum beylik sözler, göstermelik hareketler dışına çıkamıyor. Halk kütüphaneleri genellikle boş (istisnalar kaideyi bozmaz), okul kütüphaneleri ise öğrenci ve  diğer öğretmenlerin zihninde Türkçe ve Edebiyat derslerinin alelade bir mekanı olarak sınırlandırılmaktadır. Ebeveynler ise olaya çok daha uzaktır. Okullardaki kütüphanelerin yerini çoğu bilmez. Bilse de umursadığı yoktur. İhtiyaçları ve kullanımı konusunda herhangi bir fikirleri de yoktur. Fikir sahipleri ise genellikle sosyal medya ve televizyondan edindikleri eksik tek taraflı bilgileri ile hareket ederler. Çocuklarına gerekli tecrübeleri kazandırmaktan uzaktırlar hatta yanlış yönlendirmede bulunurlar çoğu zaman. Tüm bu sebeplerin sonucunda doğal olarak kimse bu kütüphanelerle ilgili kendini sorumlu hissetmez ve işi direk olarak  başkasının üstüne atıverirler.

Okullarda kütüphane kurabilmek zor bir iştir. Bin bir meşakkatle kurulabilen bu seçkin mekanlar devamında yani kullanım aşamasında da ilgililerin zorluklar, hayal kırıklıkları yaşamasına sebep olurlar. Yanlış anlaşılmasın mekanlar değildir yaşananlara sebep, mekanı ve içindekileri kullananlardır. Örneğin bir okul kütüphanesinin tertemiz duvarını sözde okumak, bilgi edinmek için gelen öğrencilerin ayaklarıyla nasıl kirlettiklerini görmek, hele de bunu okurken(!) yapmaları bizim için acı bir gösterge. Hiçbir normal aile evinin özellikle iç duvarında ayakkabı izine izin vermez. Bunu yapan çocuk ya da gencin sonu bellidir. Maalesef okul kütüphanelerinde bu hiç çekinilmeden yapılıyor. Bir başka acı örnek okul kütüphanesinden alınan emanet kitapların yırtılması, karalanması, geri verilmemesi gibi seviyesi düşük eylemler sıkça gerçekleştiriliyor. Bu konuda çocuklarını düzgün yetiştiren aile sayısı bir elin parmağını geçmez. Bu da bizleri derinden üzüyor.

 ?Kütüphaneler hele de okul kütüphaneleri kimin sorumluluğunda?? ?Bu mekanları kim, kimden korumalı?? Bunun cevabı kesinlikle kütüphaneciler ya da Türkçe ve Edebiyat öğretmenleri değil. Bu mekanları kimse kimseden korumak durumunda da olmamalı. Zaten istese de koruyamaz, koruyamıyoruz. En küçük dalgınlıkta kütüphane ve kitaba zarar verilebiliyor. Kimse bu konuda kendini sorumlu da hissetmiyor. Bu da boşluk doğuruyor. Kurallar uygulanmadığı sürece bir anlam ifade etmiyor. Kurallara uyacak olanlara ise kimse yardımcı olmuyor, herkes kendi halinde takılıyor sorumsuzca. Bir nemelazımcılıktır gidiyor; ancak bu böyle gitmemeli. Bu konuda toplumsal bir davranış biçimi benimsenmeli, gerçek bilgiye belli kurallar dahilinde ulaşmanın hazzı yeni nesillere aşılanmalıdır. Başta tüm öğretmenler ve ebeveynler bu işi ciddiye almalıdır. Üzerine düşeni yapmaktan kaçınmamalı, bu bilgi ve birikim yönünden bir eksiği varsa gidermek için çabalamalıdırlar. "Ağaç yaş iken eğilir." ata sözüne binaen çocuklarımız küçük yaşta disiplinli ve bilinçli bir okuma ve kütüphane kullanımı alışkanlığı edinmelidirler. Bunun içinde örnek aldığı tüm bireyler olumlu davranış biçimleri sergilemelidirler yani doğru örnek olmalıdırlar. 

Sonuç olarak toplumlar bilgi ve uygarlık seviyelerine göre kitaba, bilgiye ve her çeşit bilgi kaynağına sahip çıkarlar. Ülkeleri ve nesilleri mahfeden bilgisizlik belasıdır. Bu bela ile savaşabilmek için kitaba, bilgiye ve her çeşit bilgi kaynağına sahip çıkmalı ve saygı duymalıyız. Asırlar boyu üç kıt´ada at koşturmuş çağının muasır medeniyetlerini meydana getirmiş olan atalarımız bunu bilgiye verdikleri öneme borçludurlar. Ancak mayamızda meknuz olan bilgiye önem verme düsturumuza sahip çıkarsak yeniden kıyama durabiliriz. Cehaletin üzerimize çullanmasına izin vermemeli ve bilgi kaynağı kitaplara ve onların depolandığı, korunduğu mekanlara yani kütüphanelere sahip çıkmalıyız. Yoksa cehalet sarmalında bırakın ayağa kalmayı, ezilir gideriz.  Dünyada düştüğümüzde arkamızdan ağlayanımız da olmaz, düşmanların olmasını istediği gibi olmak tam da budur yani cahil insanların oluşturduğu güçsüz ülke durumuna düşmektir vesselam?