Ahmet AKGÖNÜLLÜ


GÜNEŞ BUZ TUTTU GÖZLERIMDE

GÜNEŞ BUZ TUTTU GÖZLERIMDE


Doksanlı yıllardı, güzel bir beldede çalışıyorum. İdarecilik zor is, her sabah okul seninle başlar, seninle son bulur. Sorumluluk almak tabi. Geniş kapsamlı okul. Ana sınıfı, özel eğitimliler sınıfı ve sekiz yıllık eğitim programı.

Odam yüksek yerde, sebebi ise her yere hâkim olan bir yeri seçmek bir avantaj. Okul mevcut olarak da kapsam olarak da gözde okullardan biri. Biraz da gelir seviyesi yüksek... Eski sanatçılar, eski mankenler... Tabi o yönü beni fazla ilgilendirmiyordu ama iç içedir her şey. Öyle enteresan olaylarla karşılaşıyorsunuz ki; bir kalemde anlatmak zor. Ancak bir kadın vardı ki; anlatmadan geçilemez. Her sabah öğrencilerin okula gelişi ile okul kapısına gelir, öğrenciler okulda olduğu sürece de ayrılmazdı. Dikkatimi çekti. Kadının elinde bir büyükçe torba hiç eksik olmazdı. Bir gün sormak istedim ama okullarda telaş bitmez ki...

Günler geçiyor, mevsimler değişiyordu. Tam da bir bahar mevsimiydi. Yağmurların bol olduğu mevsim. Yağmur da dışarıda beklemeye müsait değildi. Buna rağmen bina kapsının dışında bekleyen, ıslanmamak için saçak altında vakit geçiren her gün kapıda ve elinde bir poşet olan kadın. Yağmurlu hava anladım da, kadının gözleri de yağmurlu. Telaşlı olmama rağmen gözünden kaçmamıştı bu hal. Dönerek kadına ne olduğunu sorunca kadının gözlerindeki yağmur sağanak hale dönüştü ve hıçkırıklara boğuldu. O zaman işte buz kestim. Kadın hıçkırarak anlatmaya başladı. " Allah bana evlat vermedi, bende bir evlatlık edindim. Bu sene birinci sınıfa başladı. Ancak oğlum biraz hassas, biraz terlerse öksürüyor ve ateşleniyor. O da arkadaşlarıyla oynuyor ve terliyor. Onu oyundan mahrum edemiyorum. Oğlum teneffüse çıkınca oynayıp terliyor. Bende O nün terli sınıfa girmemesi için okulun kapısında bekliyorum ve derse girerken iç çamaşırını değiştiriyorum. Bugün hava yağmurlu, dışarıda bekleyemedim ama burada duruşum sizleri rahatsız ediyormuş, benim burada durma mi istemiyorlar. Duyunca beyninden vuruldum sanki. Sanki güneş biz tutmuştu. Hemen bir görevli buldurdum, bir de sandalye getirttim. O anneyi oturttum bir de çay getirttim. Kadına dönüp; sizin gibi fedakâr bir anne bizi rahatsız etmez, biz öyle annelere gönlümüzü açarız, diyerek teselli ettim. O sırada çayı da gelmişti. Artık o anne her gün oraya gelir yerine oturur oğlunu beklerdi. Ben her sabah okula geldiğim zaman o anneyi görüp işime başlardım. Ne büyük anne, bu ne fedakârlık...