Muammer Kökcüoğlu


Feth-i İstanbul

Feth-i İstanbul


Feth-i İstanbul

İstanbul’un fethinin551’ci sene-i devriyesini sessiz sedasız kutladık desem yalan olur. Zira basın olarak bize şu ana kadar İstanbulun Fethiyle ilgili bir kutlama etkinliği intikal etmedi.

Ama çok önemli değil biz buradan bu mübarek şehrin fethedilişiyle ilgili bazı bilgileri siz değerli okurlarımızla paylaşalım.

İstanbul’un alınmasında müessir olan maddî ve manevî sebepleri dile getirecek olursak, Milâttan altı buçuk asır önce, Sarayburnu`nda küçük bir köy olarak kurulan İstanbul, zamanla genişleyip büyük bir şehir hâlini aldı. Konstantin’iyle şehri hâline gelişi, Milâdî tarihle 300 yılına tesadüf ederken, bundan altmış beş yıl sonra da Şarkî Roma İmparatorluğu`nun merkezi hâline gelince önemi daha da artmış oldu.

İstanbul; lâtif havası, denizi, pırıl pırıl manzarası, suları, yeşillikleri ve Asya ile Avrupa arasında köprü teşkil edecek konumu itibariyle pekçok milletlerin hayalini doldurmakta idi. Hükümdarlar ve krallar, orayı elde etmek için açık ve gizli tertipler hazırlıyor, ordular toplayıp istanbul`u muhasara altına alıyorlardı.

İstanbul, Müslüman Türk milleti tarafından beş defa kuşatılmış olup bunlardan ikisi Yıldırım Bâyezid, biri onun şehzadesi Musa Çelebi tarafından olmuş fakat kendilerine fetih müyesser olmamıştı.

Dördüncü defa Sultan ikinci Murad tarafından yapılan kuşatma da neticesiz kalmıştı. Fakat onun mahdumu İkinci Mehmed, bu zor işi başaracak ve «Fâtih» unvanını alacaktı.

Fatih, 29 Mart 1432 tarihinde İsfendiyar Beyin kızı ve Sultan İkinci Murad`ın hanımı Hatice Sultan`dan doğmuştu.

O günün saray teamüllerine göre Fatih`in yetişmesine büyük bir dikkat gösterilmekte idi. Manisa Valisi bulunduğu sırada, büyük âlim Molla Gürâni’yi hoca tayin eden İkinci Murad, oğlunun yetişmesinde büyük bir titizlik göstermiş idi.

Hazret-i Fatih, din ve dünya ilimlerinin her ikisini de öğrenmekte idi. O, küfrün bulutlarını darmadağın edecek iman ve İslâm şuuruna; Bizans`ın surlarını taş taş sökecek teknik bilgilere, tarihte çığır açıp, çığır kapayacak siyasî dehâya ve anadilinden başka beş yabancı lisana vâkıf bulunmakta idi.

Döktürdüğü topların menzil hesaplarını bizzat yapacak kadar hadiseye vâkıf bulunan Fatih, o gün «Müderris» adı verileri bir profesör seviyesinde İslâmî bilgilere sahipti.

İkinci Mehmet İstanbul`u fethetme hevesine sevk eden amil, cihangirlik sevdası değildi. Resûlullah Efendimizin asırlarca evvel müjdelediği fetih ve «Orayı fetheden kumandan ne hoş kumandandır» hadisindeki methe lâyık olmak arzusu idi.

Buna ilâve olarak, İstanbul`un fethi Osmanlı saltanatının Asya ile Avrupa kıtalarındaki ülkeleri birleştirecek, koruma ve kollama imkânlarını kolaylaştıracak ve her iki kıta da genişlemeye yardım edecekti.

Azmi önünde alınmayacak kara, yıkılmayacak sur tanımayan İkinci Mehmet, fethi kolaylaştırmak için boğazı kontrolü altına almak önemine inanmış bulunuyordu. Dört ay gibi kısa bir zamanda Rumelihisarı’nı yaptırdı.

Din ile tekniği, hacimle şekil gibi ruhunda mezceden Fatih, bizzat hazırladığı sur plânını, Peygamber Efendimizin ismi bulunan «Muhammedi» şeklinde çizmiş; mim harfinin geleceği yerlere kuleler koydurmuş ve Hazret-i Muhammed`in yoluna baş koyduğunu açıklamış,

Avni Hakkı himmet-i cünd-i Ricâlüllah ile, Ehli küfrü serseter kahreylemektir niyetim,

beyti ile Allah`a olan tevekkülünü ve Ricâlüllah`a olan güvenini dile getirmiş oluyordu.

İki yüz altmış beş bin kişilik ordusunun içinde serâmedân-ı evliyadan ve ilmin zirvesindeki ulemadan yetmiş yedi kişi vardı. Bu muhterem zatlar yaptıkları vaaz ve öğütlerle cihadın faziletini, kulaklardan gönüllere hayat iksiri gibi akıtmışlar ve İslam askerlerini birer «Serdengeçti» İslâm gazisi hâline getirmişlerdi. Hayatını istihkar eden İslâm askerleri, bu uğurda şehit olmayı, yaşamaya tercih etmekteydiler.

İslâm şuuru ile yetişmiş ve cihat hevesiyle bilenmiş bu ordu, 7 Şubat 1453`te Edirne`den hareket etmiş, 5 Nisan`da İstanbul surları önüne varmış bulunuyordu.

Şair, âlim, abid ve istikbalin Fatihi seccadesini Eyüp tarafına serdirip ordusuna imam olarak öğle namazını bizzat kendisi kıldırdı. Şükür secdesine kapanıp Allah Teâlâ`ya, muzaffer kılması için dualarda bulundu ve ordusuna muhasaranın başladığım ilân ettirdi.

Celallendiği zaman, atını denize sürüp düşmanı kahretmek isteyen Fatih, yetmiş parçalık bir donanmayı, karadan yürüterek Haliç`e indirmiş, dünya tarihinde ilk ve son defa görülmüş bir işi başarmıştı. Verdiği kararda en ufak bir fikir zaafı göstermeyen Fatih, fasılasız olarak surları yirmi gün top ateşine tutturdu. Atını ateş hattına kadar sürerek askerlerinin kuvve-i maneviyesini takviye ediyordu. Kan dökmek gayesi gütmeyen Fatih, İsfendiyaroğlu`nu, Şarkî Roma İmparatoru’na elçi olarak gönderip şu haberi ulaştırdı: «Kan dökülmesini istemiyoruz şehri teslim ediniz».

İmparator bu teklifi reddedince muharebeye devam emrini verdi.

Muhasara devam ediyor ve şehrin alınması gecikiyordu. Devrin sadrazamı, padişaha, muhasaranın kaldırılmasını teklif edince tarihlere şan veren şu cevabı aldı; «Hayır!.. Muhasara asla kaldırılamaz. Ordularımın önünde düşmeyecek bir kale, mağlup olmayacak bir ordu yoktur.

“Ya ben Bizans`ı alırım, ya Bizans beni!.”

O günün harp tekniğine göre kanlı bir muharebe başlamıştı. Tüneller açılıyor, temeller barutla tahrip ediliyor, toplarla kale bedenleri dövülmeye devam ediliyordu.

İslâm askeri, destani bir feragatle dövüşmekte «ya gazi veya şehit» olmaya azmetmiş bulunmaktaydı.

Takvimler 29 Mayıs 1453 tarihini gösteriyordu. Fatih`in sabrı son raddeye gelmişti Artık İstanbul, İslâm beldeleri aralarına katılmalıydı. O günün gecesinde hiçbir kimse uyumamış, herkes dua ederek ordunun zaferine niyazda bulunmuşlardı.

Sabah namazı kılınmış, güneş ortalığı aydınlatırken Fatih hücum emrini vermişti. Müminlerin ağızlarından çıkan tekbirler, Allah Allah sesleri, kale duvarlarında akisler yaparak etrafa yayılıyordu.

Allah`ın Resulü, Hazreti Peygamberimiz Muhammed`in, (sav) «Allah, Rumların elinde bulunan Kostantiniyye`nin fethini tekbir ve teşbih ile müminlere müyesser kılmadıkça kıyamet kopmaz» (1), hadîs-i şerifindeki müjdesi yaklaşmış bulunuyordu.

Fatih, vezirlerin muhalefetine rağmen, atını ön saflara kadar sürüyor, “Vurun cengâverlerim, koman kurtların! Allah büyüktür” diyerek kılıç sallıyordu.

Enbiya ve evliyaya istinadım var benim.

Lütfu haktandır hemen ümidi fethi Nusret’im. diye Fatih, son gayreti sarf etmekte idi.

Ulubatlı Hasan, tırnakları ile kaleye tırmanmayı başarmış, Türk bayrağını surların üzerine dikmişti. Bunu gören islim askeri coşmuş ve hiçbir engel tanımaz hâle gelmişti. Surlarda büyük boşluklar açılmış ve buralardan içeri giren askerlerimiz kale kapısını açmışlardı. Konstantin’iyle fethedilmiş, artık İstanbul diye anılacak bu şehir, Müslüman Türk`ün malı olmuştu.

Peygamber Efendimiz “İstanbul elbette ve muhakkak fetih olunacaktır. “Orayı fetheden ordunun kumandanı ne hoş emirdir, onun askerleri ne hoş askerdir” övgüsüne Hazret-i Fatih ve askerleri şayan olmuşlardı.

Bu vesileyle İstanbul’un fetih yıldönümü kutlu olsun…