Ahmet AKGÖNÜLLÜ


BİR ÇAY DEMLE YALNIZLIĞA

BİR ÇAY DEMLE YALNIZLIĞA


BİR ÇAY DEMLE YALNIZLIĞA

Yine O geçiyor.

Sırtında bir parka mı, gocuk mu desem. Balıkçı gri kazağı da aynı. Hep aynı kıyafet, hep aynı adam ve aynı saatler. Sakalı bir hayli uzuni sanki halini anlatır. Hep aynı yol üzerinde görürdüm, günde belki onlarca defa git-gel ler yapıyordu. Başı öne eğik, gözleri hep hep aynı noktayı takip ediyor gibiydi.

İşte yine aynı adam, aynı adımlar ve gözler bir noktayı takip edercesine manasız ve donuk... Oturduğum masadan kalktım önüne doğru ilerleyerek durdum. Fark edince başını kaldırarak manasız bakan gözleri ile göz göze geldim. Yavaşladı, bir şey soracağımı düşündü. Ben sadece kısık bir sesle...

_Gel bir çay içelim, deyince ne evet, ne de hayır demeden; beni takip etti. Masanın bir tarafına ben, karşısına o oturmuştu. Söylediğim çaylar da gelmişti, ama O hiç konuşmadan duruyordu. Ben O´na biraz daha yakın olup; konuşmak için yerimi değiştirip, karşısından yan tarafına geçtim. Hava biraz serin gibiydi, çay bardağını iki eliyle kavramış bir şekilde yüzüme baktı. Daha samimi davranarak konuşmak istedim ve başladım?

_Seni hep bu yolda görüyorum. Gidip geliyorsun. Başıyla onaylar gibi yaptı, hiç konuşmadan. Devam ettim... Hep yalnızsın, dedim ses vermedi. Bende buralı değilim, yalnız sayılırım, diyerek konuşmasını bekledim. Yine ses vermedi. Ben ısrarla sormaya devam ettim. Adın ne abi? Nerelisin? Ne iş yaparsın? Derken kaşları çatılır gibi oldu, yüzüme baktı, çayı elinden bıraktı, kalkacak gibi yapınca; Tamam abi, bir şey sormuyorum. Seni üzdüysem kusuruma bakma. Bir daha sormam. Deyince rahatlar gibi oldu, çayından bir yudum daha aldı. Sorularıma canı sıkılmış gibiydi. Çayını hızlı hızlı yudumlayarak bitirdi. Anladım ki sorularım dan rahatsız olmuştu. Yüzüme baktı, kalkacağını anladım. Hiç bir şey sormadım. Sadece ben buradayım, geçerken gelip çayımı içersen sevinirim. Dedim... Başını belli belirsiz sallayarak kalktı ve yoluna devam etti. O gitti ama benim aklım da Ona takılı kaldı. Kimdi, neciydi, nereliydi? Kafamda bir sürü sorular.

O kahveye daha sık gitmeye başladım. O nu daha çok görüp sohbet etmek istiyordum. O da hemen her gün gelip geçer, bende O nu beklerdim. Sıkılmasın diye de dikkatli olmaya başlamıştım. Her halinden gururlu olduğu belliydi. Hemen her gün gelir, çayını içer ve konuşmadan başıyla işaret ederek kalkar yoluna giderdi. Soru sormaktan vazgeçmiştim. Çünkü kırılıp; gelmeyeceğinden korkuyordum. Ama bir gün anlatmasını bekliyordum.

Hayli zaman geçti, Ben hemen her gün aynı yerde oturur ve Çay arkadaşımı beklerdim. O da beni yanıltmaz, gelir çayını içer ve yoluna devam ederdi. Bu vaziyet adeta ikimizde de alışkanlık olmuştu. Bir gün çayını içtikten sonra elini cebine götürdü, bir miktar para çıkardı. Elini yavaşça tuttum. Beni bu zevkten mahrum etme yolcu... Dedim Hoşuna gitmişti bu sözüm hafiften gülümsedi. İkinci çayı da içmezdi. Bende ısrar etmezdim. Öyle alışmıştık ki birbirimize... Her gün bu tekrarlanır hale gelmişti. Çay içiyoruz bağıra bağıra susuyorduk.

Yine bir gün saatimiz gelmişti. Bu defa ben kalkmadan O doğru yanıma geldi. Sevinmiştim. Geldi yine başıyla selamlar gibi yaparak oturdu. Kahveci gençte artık bizi ezberlemişti. Çaylarımız biz seslenmeden gelmişti bile. Çaylarımızı içtik, yine bağıra bağıra sustuk. Ama bu gün farklıydı. Yüzüme baktı, elini masanın üstündeki elimin üstüne koydu, fısıltı halinde ses verdi. Sağ olasın.... Dedi. Biraz şaşkın, biraz da sevinerek; Sen de sağ ol, bana arkadaş oluyorsun, deyince kalktı elini cebine götürdü, ben çay ücreti çıkaracağını düşünerek elini tutmak isteyince, işaret etti, cebinden katlı bir kâğıt parçası çıkardı ve elime sıkıştırdı. Bakmak istedim, elimi sıktı. Sonra bakarsın dediğini anladım. Bir şey demeden yola koyuldu. Biraz uzaklaşınca kâğıdı, benden bir şey isteyecek de söyleyemedi ve yazdı düşüncesiyle yavaşça açtım. Kâğıtta sadece

BÜTÜN CEFAYI BANA YÜKLEME HAYAT

ARTIK BENDE DAYANACAK CAN KALMADI!!!...

Yazıyordu. O iki satır yazı bütün hayatın özetiydi sanki.

O artık benim susarak sohbet ettiğim çay arkadaşımdı. O nu göremediğim, çay içemediğimiz gün bir şeyler eksikti. Ben O nu anlıyordum. Eminim ki O da beni anlıyordu. Zaman geçiyordu.

Ancak bir gün O gelmedi. Bir yerlere gitmiştir, gelir, geç kalmıştır, diye düşünsem de gün akşama dönmüş, O gelmemişti. Belki işi vardı, diyerek ikinci gün yine gidip bekledim, ama yine gelmedi. Evini bilsem, tanıyanı bilsem gidip, soracaktım. Ama hiç bilmiyordum. Zaten ilk oturuşumuzda sormak istemiştim ama hiç bir soruma cevap vermemiş; aksine sormaya devam edersem gideceğini ima etmişti. Günler geçiyordu, ben gidip beklememe rağmen ne gelmiş, ne de haber alabilmiştim. Kahveci gence sordum. O nu siz bilmiyorsanız ben hiç bilemem amca? Deyince yılların beni de hayli yıprattığının farkına vardım. Evet, benden başkası ile oturmaz, konuşmazdı. Benden başka bilen de yoktu.

Ve o günden sonra O hiç gelmemişti. Hatta gittiği yöne doğru yol boyunca şehir çıkışına kadar yürümüştüm. Belki rastlarım, belki başka bir yere oturuyordur diye gezmiştim. Adı neydi, nereliydi, kimdi? Bilmiyordum. O kaybolunca bende o yol kıyısındaki kahveye pek oturmaz oldum. Çok üzülmüştüm. Onda yalnızlığımı paylaşacak çay ve haykırarak susup sohbeti özlemiştim.

O benim çay arkadaşımdı. Yalnızlığımızı çayla paylaşırdık, çayla ısıtırdık sohbeti. Haykırarak susardık. Ben konuşurdum ama O konuşmayınca bende Ona benzedim. O bakardı, bende bakardım. Yani haykırarak susardık. Yüzündeki kıvrımlar sanki bir ağaç gövdesinin kaçak oduncunun baltasıyla yaralanmış bir ağaç gibi derindi. Hayatın katmerli acısının izleri gözümün önünden hiç gitmedi.

Bir gün yine O nu görürüm umuduyla aynı yol kıyısındaki kahveye gittim. Gözüm yolda, çayımı yudumladım, Çayım bitti, bir daha, bir daha istedim. Yudumlarken gözlerim Onun geleceği tarafa bakıp durdum. Gelmedi... Kalktım, hızlı hızlı ve anlamsızca yolları adımladım. Eve döndüğümde akşamın karanlığı çökmüştü... Kafam allak bullak, canım çay istiyordu hala? Kalktım ocağı yaktım ve bir çay demledim.

Dilimden bir cümle döküldü...

BİR ÇAY DEMLE YALNIZLIĞA...